SİYASET FELSEFESİ
Siyaset, Aristoteles’e göre “Yurttaşların, toplumu ilgilendiren işlerle ilgili
olarak yaptığı herşeydir.” Siyaset felsefesi siyasi yaşamı konu alan, özellikle
de devletin özü, kaynağı ve değerinin ne olduğunu araştıran felsefe
disiplinidir.
Siyaset felsefesi, olması gerekeni ele alır; siyasi otoriteyi, bu otoritenin
oluşumunu, kaynağını, gücünü nasıl sürdürdüğünü, siyasi otoriteyle birey
arasındaki ilişkiyi ve bunların daha iyi ve adil bir duruma gelip gelemeyeceğini
açıklayan görüşleri kapsar.
1. Siyaset Felsefesinin Temel Soruları
a. İktidar Kaynağını Nereden Alır?
-
İktidar kaynağını,
“insan doğasından” alır; yani toplumu içten ve dıştan
gelebilecek tehlikelere karşı koruma düşüncesinden alır. Platon ve Aristoteles
tarafından savunulan bu görüşe göre devlet, insanların korunmaları, temel
ihtiyaçlarını karşılamaları, kendilerini gerçekleştirmeleri ve ahlâki bakımdan
daha iyi olabilmeleri için araçtır.
-
İktidar kaynağını toplumdaki egemen olan
“dinden” alır. Bu görüşe göre siyasi
otorite ya da iktidar, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir.
-
İktidar kaynağını, toplumun birlikte yaşama çabasındaki
“ortak iradesinden”
alır. Bu yaklaşımı savunan Hobbes, devletin varolmaması durumunda insan
yaşamının nasıl bir seyir alacağını sorar ve “İnsan insanın kurdudur” der. Eğer
devlet olmazsa insanlar birbirlerine zarar verirler. Bundan dolayı, insanlar
birbirlerine duydukları sevgiden dolayı değil, korktukları için ortak bir irade
ya da toplumsal bir sözleşme ile bir otoriteye başvururlar.
b. Egemenliğin Kullanılış Biçimleri Nelerdir?
-
Geleneksel egemenlikte yönetenin kendisini, etkinliklerini ve yöneten -
yönetilen ilişkisini toplumdaki yerleşik inanç şekilleri belirler.
-
Karizmatik egemenlikte otorite, egemenliğini, kazanmış olduğu karizmadan, yani
gerçekleştirmiş olduğu olumlu işlerden kazandığı güçten alır.
-
Rasyonel ve yasal egemenlikte ise iktidar, gücünü, yazılı ilkeler ve hukuktan
alır.
c. Meşruiyetin Ölçüsü Nedir?
Siyasi iktidar, kendisini doğuran güç, öğe ya da düşünceye bağlı kaldığında
meşru kabul edilir. Bu durumda iktidar kaynağını nereden alıyorsa ona dayanmak
zorundadır.
Ancak buna rağmen bazı düşünürler, ahlâki bir ölçütün olabileceğini belirterek,
insan kişiliğine, insan haklarına ve onun temel hürriyetlerine saygı göstermeyen
iktidarların meşruiyetlerinin olamayacağını savunmuşlardır.
d. Bireyin Temel Hakları Nelerdir?
Bireyin insan olarak sahip olduğu özgürlük, düşündüğünü ifade etme, yaşama,
kendini gösterebilme gibi başkalarına devredilemeyen hakları vardır.
e. Bürokrasiden Vazgeçilebilir mi?
Devlet yönetiminde görevli bulunan memurlardan oluşan, kademeli yapılanmış gruba
bürokrasi denir. Toplumun olduğu yerde devletin, devletin olduğu yerde
bürokrasinin varlığı gereklidir. Bürokraside temel ölçü, onların varlık nedenini
oluşturan amaçlara uygun olarak kullanılması ve işletilmesidir.
Bürokraside her memurun görev ve sorumlulukları kesin ve ayrıntılı olarak
belirlendiği için, işbölümü ve uzmanlaşma üst düzeydedir. Herkesin sahip olduğu
yetkiler göreve ait olduğu için, yetkili kişi bu yetkiyi ancak görevli bulunduğu
süre içinde kullanabilir; yetkiyi başkasına miras bırakamaz.
Bürokrasi başlangıçta, devletin işlerinin yerine getirilmesinde bir araçtı;
ancak günümüzde bürokrasinin bir amaç halini aldığı durumlara rastlanmaktadır.
Bu durum, siyasi gücün emrinde olması gereken bürokrasiyi adeta bir güç olarak
ortaya koymaktadır.
Bürokrasi, örgütlenmenin en akılcı örneklerinden biridir. Bürokrasiye yapılan
eleştiriler, ondan vazgeçilebileceği anlamına gelmez. Çağdaş toplumlarda
bürokrasi kaçınılmazdır. Yönetim sorumluluğu siyasilerde olsa da, onlar
geçicidir. Devletin sürekliliği için bürokrasi gereklidir.
Bürokrasiden vazgeçmenin olanaksız olması, çabaların, onun olumsuzluklarının
giderilmesi yönünde odaklaşmasına yol açmıştır.
f. Sivil Toplumun Anlamı Nedir?
Sivil toplumlar büyük ölçüde devletin siyasi otorite ve kurumlarının dışında
örgütlenen gönüllü kuruluşların meydana getirdiği sosyal birliklerdir. Siyasi
otoritenin dışında toplumun kendi kendine yönlendirmesi anlamını taşır. Bunlar
devlet karşısından daha çok özerkliğe sahiptir. Kolayca kamuoyu
oluşturabilirler. Demokratikleşme sürecinde oldukça ileri bir aşamayı temsil
ederler.
2. Siyaset Felsefesinin Ana Problemleri
a. Karmaşa - Düzen - Ütopya
Karmaşa, düzenin ve toplumsal kuralların, değerlerin olmadığı bir durumu ifade
eder.
Bu durumda, tüm insanların varoluşu tehdit altında kalır; onlar, temel
ihtiyaçlarını karşılayamadıkları gibi, yok olma tehlikesiyle de karşı karşıya
kalırlar. Karmaşa halinde toplum yaşamının sürdürülememesi, sosyal düzenin
kurulmasını gerekli kılar. İnsanlar belli değerler ve kurallar çerçevesinde
gelişmiş olan, karşılıklı ilişkilerin oluşturduğu düzen sayesinde ihtiyaçlarını
karşılayıp isteklerini gerçekleştirirler.
Bununla birlikte, nasıl ki insan bir karmaşa hali içinde var olamıyor ve bu
durum bir düzeni zorunlu kılıyorsa, varolan toplumsal düzenden hoşnutsuzluk da
insanları ve düşünürleri daha iyi bir düzen arayışına, bir takım ütopyalara
götürmüştür. Bu gibi durumlarda düşünürler, haksızlıkları giderecek, adaleti
sağlayacak, sömürüyü önleyecek toplum düzenleri tasarlamışlardır. İşte
filozofların adalet, eşitlik, özgürlük gibi birtakım soyut ilkeleri temel
alarak, olması gerekene göre tasarladıkları devlet düzenine “ütopya” denir.
Siyaset felsefesinde, devleti doğal bir kurum olarak kabul edenler olduğu gibi,
yapma bir kurum olarak da kabul edenler vardır.
aa. Doğal Bir Kurum Olarak Devlet
Bu anlayışta devlet insan doğasına dayanır. Temsilcileri Platon ve
Aristoteles’tir.
Platon’a göre insan doğası ile devlet arasında büyük benzerlik vardır. Devlette
bulunan sınıflar, insanda bulunan yetilerin karşılığıdır. Örneğin işçi sınıfı
insandaki beslenme güdüsüne, yönetici sınıfı insandaki akla karşılık
gelmektedir.
Aristoteles’e göre insanda, topluluk içinde ve devlet düzeninde yaşama eğilimi
vardır. Toplumsal bir yaşam yetisiyle donatılmış olan insan, doğanın kendisine
verdiği yetenekleri ancak bir toplum içinde geliştirebilir.
ab. Yapma Bir Varlık Olarak Devlet
Bu anlayışta devlet, insanları koruyacak bir araç olarak ortaya çıkar. İnsanlar
bir araya gelerek aralarında sözleşme yaparlar. Ortak iradelerini temsil edecek
bir gücü, hakem olarak tayin ederler. J. Locke ve Hobbes bu anlayışın
temsilcileridir.
Hobbes’a göre devlet, insanların birbirlerine karşı zararlı eylemlerden
vazgeçtiklerinin bir ifadesidir. Ona göre insanın doğal durumu herkesin herkesle
savaşmasından ibarettir.
Locke’a göre insanlar doğa durumundan, uygar bir yönetimi ortaya koyan toplumsal
bir sözleşme ile kurtulmuşlardır.
b. İdeal Düzen Arayışları
İdeal düzen arayışları birbirine karşıt iki görüşün ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Bunlardan biri, insanın doğal yapısından yola çıkarak ideal düzenin
olamayacağını ileri sürer. Diğeri, özgürlük, eşitlik, adalet gibi idelerden
hareket ederek ideal bir devlet düzeninin olabileceğini ileri sürer.
ba. İdeal Düzenin Varlığını Reddedenler
Sofistler
İdeal düzen herkesi memnun edebilecek bir düzen olmalıdır. Böyle bir düzen
doğada kalmıştır, daha sonra da görülmeyecektir. Herkesin üzerinde
uzlaşabileceği bir devlet yoktur.
Nihilizm
Otoriteye dayalı tüm kurumlar insan özgürlüğüne ve yaratıcılığına bir engeldir.
Bütün toplumsal kötülükler insanın özgür olamamasından kaynaklanır. Dolayısıyla
insanı sınırlayan bütün değer, kurum ve düzenler kötü olup yıkılmalıdır.
Nihilizm, bu görüşüyle anarşizmle birleşir.
bb. İdeal Düzenin Olabileceğini Savunanlar
Bazı düşünürler, mevcut hiçbir toplum düzeninin insanları mutlu edemediğini,
aynı zamanda düzeltilmelerinin de olanaksız olduğunu savunmuşlardır.
Bu nedenle hiçbir yerde gerçekleşmemiş, gerçekleşme olanağı da bulunmayan
toplumsal düzen tasarlamışlardır.
Zihinde ve düşüncede oluşturulan, gerçekleşmesi mümkün olmayan bu düşsel toplum
tasarımlarına “ütopya” adı verilir.
Platon’un “İdeal devleti”,
Farabi’nin “Medinetül Fazıla”sı,
Thomas More’un” Ütopya” sı,
Campanella’nın “Güneş Ülkesi”,
Machiavelli’nin “Hükümdar”ı,
Francis Bacon’un “Yeni Atlantis” i
birer ütopya örneğidir.
Bu düzen arayışları, hürriyetleri, eşitliği veya adaleti temel alan görüşler
olarak farklı yönlerde gelişmiştir.
3. Birey ve Devlet
Bu problem alanında birey ile devletin hak ve ödevleri tartışılır. Önceleri
devlet, bireyi idare eden, ona hükmeden bir anlayışa sahipken, modern
toplumlarda bu anlayış değişmiştir. Artık devlet, bireyi kollayan, ona çeşitli
olanaklar sunan bir konumdadır. Bu anlayışta devletin bireyden, bireyin de
devletten vazgeçmesi söz konusu olamaz