BATI ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI
Osmanlı Devleti’nin siyasi, askeri ve ekonomik
açıdan Avrupa’nın gerisinde kalması devlet büyüklerini bazı tedbirler
almaya zorlamış, bu alanlarda Avrupa’nın nasıl geliştiğinin öğrenilmesi
için bazı gençler oraya eğitime gönderilmişti. Avrupa’ya, özellikle
Fransa’ya giden gençler oradaki edebiyata hayran kalmış ve
dönüşlerinde, gördükleri yenilikleri Türk edebiyatında uygulamaya
başlamışlardır.
Değişiklikler önce siyasi alanda görülmüş ve 1839
yılında Gülhane Hatt-ı Hümayunu ilan edilmiştir. Bu fermanın en önemli
yönü “insan haklarının korunacağını” garanti altına almasıydı. Bundan
sonra değişmeler birbirini izlemiş, özellikle 1860'tan sonra artık geri
dönülmez bir yol açılmıştır. Sonuçta belli dönemler halinde günümüze
kadar süren yeni bir edebiyat başlamıştır. Bu dönemleri şu şekilde
sıralayabiliriz:
A- Tanzimat Dönemi
B- Servet-i Fünun Dönemi
C- Fecr-i Ati Dönemi
D- Milli Edebiyat Dönemi
E- Cumhuriyet Dönemi
A - TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATI
Bu dönem ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayın hayatına atılmasıyla başlar. Bundan önce yayınlanan
Takvim-i Vekayi (1831) resmi bir gazeteydi.
Ceride-i Havadis (1840) ise yarı resmi bir
gazete sayılırdı. İlk özel gazetenin çıkışıyla Batılı edebiyatı
benimseyen sanatçılar bir yayın organına kavuşmuş oldular ve
fikirlerini halka daha kolay anlatıp, savundukları görüşlere uygun
eserler vermeye başladılar. Bundan sonra meydana gelen değişiklikleri
türlere göre inceleyelim.
ŞİİR
Tanzimat edebiyatı sanatçıları her şeyden önce
şiirin konusunu ve anlatımını değiştirdiler. Namık Kemal, “Lisan-ı
Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazalar” isimli uzun makalesinde
şiirin, fikrin gelişmesine ve halkın eğitilmesine olan büyük
hizmetinden söz eder. Divan edebiyatının gerçekle ilgisizliğine,
yapmacıklığına, boşluğuna şiddetle hücum eden Namık Kemal, edebiyatın
yeniden düzenlenmesini ister. Bunun için de her şeyden önce yeni bir
anlatım yolu, yeni bir dil bulunmasını gerekli görür. Dilin bir an önce
konuşma diline yaklaştırılması gerektiğini savunur. Buna rağmen
Tanzimat şiirinin dilinin sade olduğunu söylemek zordur.
Tanzimat şiirinin Divan şiirine bağlı kaldığı
unsurlar daha çok biçim alanındadır. Bu dönemde hece veznine olan ilgi
biraz artmışsa da aruz eski hakimiyetini sürdürmüş, Divan şiirinin
nazım şekilleri aynen kullanılmıştır.
Şiirin konusu değişmiş, aşk, hasret, ayrılık gibi
kişisel konular bir yana bırakılmış, eşitlik, özgürlük adalet, hukuk
gibi toplumsal konulara önem verilmiştir. Ancak bu, daha çok
I. Tanzimatçılar denen Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi sanatçılarda görülür.
II. Tanzimatçılar denen Recaizade Mahmut Ekrem, Hamit, Sezai’de ise kişisel konular yeniden ele alınmıştır.
TİYATRO
Tanzimat dönemine gelinceye kadar edebiyatımızda
Batılı anlamda sahne tiyatrosu görülmez. Ancak halk arasında Karagöz
ile Hacivat, ortaoyunu, meddah gibi seyirlik oyunlar vardır.
Karagöz bir kukla oyunudur. Değişik söz
oyunlarıyla yanlış anlaşılan sözlerle güldürü unsuru sağlanır.
Eğlendirme amacı taşır. Karagöz adlı cahil biriyle Hacivat adlı bilgili
geçinen biri arasındaki atışmalarla sürer gider. Klişeşmiş bölümleri
vardır. Kuklaları oynatan kişi konuşmaları tek başına yapar.
Ortaoyunu ise şehir meydanlarında ya da
kendileri için hazırlanan yerlerde Pişekar, Kavuklu, Zenne gibi sabit
tiplerle oynanan güldürü amaçlı seyirlik oyundur. Şive taklitleri
üzerine kurulu olan bu oyunda da kalıplaşmış konuşmalar ve bölümler
vardır. Oyuncuların yeteneğine göre hazırlıksız, oyunun gelişine göre
değişik konuşmalar da görülür.
Meddah tek kişilik bir oyundur. Yüksekçe bir yere çıkan meddah, değişik şivelerle konuşarak anlattığı bir olayla güldürü oluşturur.
Yukarıdaki sözü edilen oyunlar belli bir metne
dayanmayan, oyuncuların oyun esnasındaki konuşmalarıyla oluşan
oyunlardır. Eğitici bir amaç taşımaz. Tanzimat tiyatrosu ise bir okul
sayılmış, halkın eğitilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bunlarda
sosyal eğitim ön plandadır. Toplumda görülen aksaklıklara doğrudan
doğruya dokunmak veya tarihin ibret verici olaylarını ele alıp onlardan
ahlaki sonuçlar çıkarmak amaçlanmıştır.
Tanzimat tiyatrosunda dil ve üslup konuşma diline
ve üslubuna çok yaklaşmıştır. Fakat ikinci dönem Tanzimatçılarda
bilhassa Hamit’in eserlerinde doğallığını gittikçe kaybetmiş, süslü,
yapmacıklı bir hale gelmiştir.
Tanzimat döneminin yayınlanan ilk tiyatro eseri
Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı tek perdelik bir komedisidir. Tiyatro
alanındaki en eğitici eserler ise Namık Kemal tarafından verilmiştir.
ROMAN ve HİKAYE
Tanzimat döneminin edebiyatımıza kazandırdığı en
önemli tür şüphesiz roman ve hikayedir. Bundan önce edebiyatımızda
böyle bir tür yoktu. Nesir alanında daha çok tarih, seyahatname gibi
türler verilmiş, olay kaynaklı tür olarak mesneviler kullanılmıştır.
Tanzimat, nesir alanında bir çığır açmış, onu
şiirden daha etkili bir tür haline getirmiştir. Süsten, özentiden uzak,
halkın okuması, bilgilenmesi amacıyla eserler ortaya koyulmuştur.
Türk edebiyatında roman, çevirilerle başlamıştır. Bu alanda ilk eser
Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon adlı Fransız yazardan çevirdiği Telemak
adlı romandır. Birçok teknik kusurlarla dolu olan bu eserin,
kahramanlarının yabancı olması, olayların yabancı bir ülkede geçmesi
yüzünden halka yabancı olmasına rağmen büyük ilgi gördüğü söylenebilir.
Bu ilgiyi, çevirinin büyük bir devlet adamı tarafından yapılmasına
bağlayabiliriz.
Konusuyla, kahramanlarıyla ilk Türk romanı ise Şemseddin Sami’nin yazdığı
Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı bir aşk romanıdır. Bu da birçok kusurla dolu basit bir eserdir.
Edebi sayılabilecek ilk romanı ise Namık Kemal vermiş,
İntibah adlı romanıyla roman türüne asıl kimliğini
kazandırmıştır. Ancak bu romanın Batılı roman ölçülerinde olduğunu
söylemek de pek doğru olmaz.
Hikaye alanında ise yine ilk eserlerin Tanzimatla
verildiğini söyleyebiliriz. Gerçi hikayecilik halk arasında oldukça
yaygındı. Özellikle Dede Korkut Hikayeleri ile başlayan gerçeğe yakın
olaylar, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi halk hikayeleriyle
gelişmiştir. Bunlar kişinin ve toplumun gerçek hayatına oldukça
bağlıdır. Dil ve üslup bakımından da, seslendikleri topluluğun konuşma
diline ve üslubuna çok yakındır.
Tanzimat yazarları karşılarında; bu hikayeleri
okuyan ve seven geniş bir halk topluluğu buldu. Özellikle Ahmet Mithat
halk hikayeleriyle Batılı hikaye tekniğini birleştirmeye çalıştı. Halk
hikayelerini modernleştirmeye çalışan hikayeleriyle halkı okumaya
alıştırmaya çalıştı. Letaif-i Rivayat adlı hikaye serisi bu alandaki
ilk Batılı eserdir.
Ancak modern anlamda hikayecilik, ikinci Tanzimatçılar döneminde
Sami Paşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı eseriyle başlar.
• • •
Tanzimat edebiyatında görülen bu türlerden sonra
bu dönem sanatçılarını inceleyebiliriz. Tanzimat sanatçıları sanat
anlayışlarına göre iki grupta incelenir.
I. DÖNEM TANZİMATÇILAR
Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal’in oluşturduğu bu
dönemde, sanat halka ulaşmakta bir araç olarak görülmüş, onun asıl
görevinin “faydalı olmak” olduğu savunulmuştur.
Faydalı olmayan sanatın boş bir uğraş olduğu
düşüncesiyle güzellik ikinci plana itilmiştir. Tanzimat anlayışı
dendiğinde çoğu zaman I. dönem kastedilmektedir. Bu dönem sanatçılarını
inceleyelim:
ŞİNASİ
Tanzimat edebiyatının ilk sanatçısı Şinasi’dir.
Mustafa Reşit Paşa’nın Batıya gönderdiği ilk öğrencilerdendir. Bir
kısım fikirleri edebiyatımıza ilk getiren, kurduğu gazetelerde bu
fikirlerini yayarak, yeni edebiyatın temellerini atan odur. Gençliğinde
Doğu ilimlerini öğrenmiş, Fransa’da kaldığı yıllarda da Batı
edebiyatını tanımıştır. Fransa’dan geldikten sonra edindiği yeni
fikirleri yaymak için gazeteciliğe atılmıştır.
Şinasi aslında çok yetenekli bir sanatçı değildir.
Onun edebiyatımızdaki önemi, sanatçılığından çok, yeni fikirlerle dolu
olması ve bunu etrafındakilere yayarak yeni bir edebiyatın temellerini
atmasındandır.
Şiirlerinde halk dilini kullanmaya büyük özen
göstermiş, dönemine göre oldukça sade şiirler yazmıştır. Tamamen yeni
fikirlerle doldurduğu bu şiirlerinde Divan edebiyatı nazım şekillerini,
aruzu kullanmıştır.
Şiir alanındaki ilk eseri Tercüme-i Manzume
adını verdiği küçük bir kitaptır. Fransız şiirinden özellikle Racine,
La Fontaine ve Fenelon’dan çeviriler yaptığı bu eserle Klasik Fransız
şiirini tanıtmayı amaç edinmiştir. Şiirlerinde akıla ve sağduyuya
verdiği önemi ifade etmesi “Vahdet-i Zatına aklımca şahadet lazım”
dizesi onun Klasisizmden etkilendiğini gösterir.
Şiir alanında ikinci eseri Divan şiiri tarzındaki şiirlerini topladığı
Müntehebat-ı Eş’ar adlı kitaptır. Bu kitapta bulunan “Milletim nev-i beşerdir vatanım ruy-ı zemin” dizesi, şairin ideolojisini de ortaya koyar.
Şinasi’nin tiyatro alanındaki eseri ise Şair Evlenmesi’dir.
Batılı tarzda yazılan bu ilk tiyatro eserinde görücü usulüyle
evlenmenin eleştirildiği görülür. Eser tek perdelik bir komedidir.
Eserde Batı tiyatro tekniğiyle halk tiyatrosunun birleştirildiği
görülür.
Şinasi’nin ayrıca Türk atasözlerini derlediği Durub-ı Emsal-i Osmaniye adlı eseri de edebiyatımız açısından önemlidir.
Ziya PAŞA
Başlangıçta Divan edebiyatı kültürüyle yetişen ve
o yolda şiirler söyleyen Ziya Paşa önce fikirleri yönüyle Batı’yı
benimsedi. Ancak onun bu hareketlere sürekli bir bağlılık gösterdiği
söylenemez. En güzel şiirlerini Divan tarzında söyleyen şair, Batılı
tarzda pek başarılı değildir. Bu nedenle eskiden ayrılamayan, yeniyi
ise tam bir benimseyişle uygulamaya fırsat bulamayan, ikilem içinde
kalan bir sanatçı olmuştur.
Ziya Paşa Tanzimat edebiyatının hemen bütün
vasıflarını kendi sanatında toplamıştır. Tanzimat edebiyatını meydana
getiren dört önemli etki onun şiirinde ve nesrinde görülür: Divan
şiiri, mahallileşme cereyanı, aşık tarzı ve Batı etkisi.
Çoğu şiiri hem şekil hem dil bakımından Divan
şiiri sayılabilir. Bunun yanında bazı şiirleri halk şiirinin ölçü,
şekil ve kafiyeleriyle söylenmiştir.
Ziya Paşa’nın dil ve edebiyat hakkındaki görüşleri birbirini tutmuyordu.
Londra’da Hürriyet Gazetesi’ne yazdığı “Şiir ve İnşa”
adlı makalesinde Baki, Necati, Nef’i divanlarında görülen şiirleri Türk
şiiri saymayan ve Nedim ve Vasıf’ın şarkıları da dahil Divan
edebiyatını kişiliksiz, melez bir edebiyat olmakla suçlayan Ziya Paşa,
Halk şairlerini gerçek Türk şairi ve onların şiirlerini de gerçek Türk
şiiri saymıştır. Daha sonra yazdığı Harabat adlı antolojide ise Türk şiirinin temelini Ahmet
Paşa’nın, Necati’nin, Baki’nin attığını, halk şairlerinin şiirlerinin
ise bir eşek anırması gibi olduğunu söyleyecek kadar birbirine ters
düşünceleri savunmuştur.
Ziya Paşa Aşık tarzında da Divan tarzında da
başarılıdır. Özellikle terkib-i bent ve terci-i bend’leri Divan
şairlerinin yazdıklarından daha başarılıdır. Birçok beyiti vecize
olacak niteliktedir.
Ziya Paşa nesir alanında da birçok eser vermiştir.
Nesir dili başlarda biraz süslü, secili iken zamanla daha sade ve
oturaklı olmuştur.
En önemli eseri hiciv tarzında yazdığı Zafername
adlı manzumedir. Önce kaside şeklinde yazılan sonra tahmis şekline
getirilen ve son olarak nesirle açıklanan bu eser devrin sadrazamı Ali
Paşa aleyhine yazılmıştır.
Diğer önemli eser, Ziya Paşa’nın Avrupa’dan döndükten sonra yazdığı
Harabat isimli Divan edebiyatı antolojisidir. Üç cilt
tutarındaki eserde Arap, İran, Türkiye ve Ortaasya Türkçesi
şairlerinden seçilmiş şiirler vardır.
Nesir alanındaki en önemli eserleri ise şüphesiz
makaleleridir. Çoğu derlenmeyen bu makalelerde devrin Siyasi manzarası
hakkında önemli bilgiler vardır. Ayrıca önceden de söz ettiğimiz Şiir ve İnşa adlı makalesi onun ününü artırmıştır.
Nesir tarzındaki eserlerinden biri Rüya
adlı küçük bir eserdir. Edebiyatımızda ilk röportaj sayılabilecek bu
eser karşılıklı konuşma tarzında yazılmıştır. Yer yer sade bir dille
yazılan eserde yine Sadrazam Ali Paşa’nın kötü idaresinden bahsedilmiş
ve görevden alınması gerektiği vurgulanmıştır.
Ziya Paşa’nın diğer nesir eseri Defter-i Amal Mukaddimesi’dir.
Jean Jacque Rousseau’nun “İtiraflar” adlı eserinden ilhamla yazıldığı
anlaşılan bu eser Batılı anı türünün ilk örneklerindendir.
Namık KEMAL
Batılı Türk edebiyatına kesin bir zafer sağlayan,
sanatçı yönü oldukça güçlü şairdir. Kalemini yalnız bir sanat aracı
olarak değil, aynı zamanda milli mücadele aracı olarak kullanan şairin
amacını şöyle açıklayabiliriz: Türk halkına milli benliğini ve kendi
değerlerini tanıtmak; ona hürriyet aşkı vermek ve özellikle ecdat
kanıyla yoğrulmuş vatan topraklarını, uğrunda şuurla can verebilir bir
seviyede sevdirmek. Bu yönüyle şair haklı olarak Vatan şairi diye şöhret kazanmıştır.
Namık Kemal, eski edebiyata aşırı, hatta çoğu zaman haksız bir şekilde saldırmış yeni edebiyatın yerleşmesine çalışmıştır.
Çocukluğu ve ilk gençliği Divan şairlerinin arasında geçmiş ve bu dönemde güçlü şiirler yazmıştır.
Namık Kemal’de vatan fikri çok güçlüdür. Ona göre
vatan, sadece üzerinde doğulan ve yaşanan bir yer değildir. Vatan,
kendi çocukları olan insanlar arasında dil birliği, menfaat birliği,
fikir ve sevgi kardeşliği yaratan, mukaddes bir topraktır ki her taşı
için bir can verilmiştir.
Bütün insanları bir millet, dünyayı da tek vatan sayan Şinasi’ye ilk itiraz böylece Namık Kemal’den gelmiş oldu.
Halka halk diliyle seslenmeyi amaçlayan I.
Tanzimatçılar içinde, bunu geniş ölçüde gerçekleştiren Namık Kemal’dir.
Özellikle tiyatro eserlerinde konuşma dilini kullanmıştır. Dilin
kurallarının belirlenmesi gerektiğini, halkın kullandığı sözcüklerin,
kullanıldığı gibi yazıya geçirilmesini, dilin doğal olması ve külfetli
sanatlardan sıyrılması gerektiğini savunmuş, bu arzusunun gerçekleşmesi
milli edebiyata nasip olmuştur.
Namık Kemal hece ölçüsünü savunmakla beraber bunu
şiirlerinde çok az kullanmıştır. Onu övmesi büyük ölçüde Divan şiirini
eleştirmek içindi, yoksa Harzemşah piyesinin önsözünde heceye parmak
hesabı deyip, onun ahenk sağlamaktan uzak olduğunu açıklamıştır.
Kafiyeyi de pek gerekli görmeyen Kemal aksine, şiirlerinde güçlü bir
kafiye düzeni kurmuştur.
Divan edebiyatını gerçek dışı suçlamalarla
kötülemiş, onu çok renkli bir parça bohçasına benzetmiştir. İdealize
edilmiş güzelleri ise gulyabanilere benzetmiştir. Bunları samimi
olmaktan çok, sırf kötülemek için söylenmiş sözler olarak görebiliriz.
Namık Kemal’in gerek şekil gerek içerik bakımından
eski tarzda şiirleri önemli bir yer tutar. Onun eski şekillerle yeni
fikirleri işlediği şiirleri büyük sevgi ve şöhret kazanmıştır.
Gazellerinden oluşan Divan’ı o hayatta iken yayınlanmıştır. Asıl vatan
şiirleri bu Divan’ın içinde değildir.
Namık Kemal’in nesri şiirinden daha üstündür.
Sağlam bir nesir dili, hareketli, bilgili, fikir ve heyecan cümleleri,
delilli, mantıklı ve inandırıcı bir üslup, yazılmaktan çok haykırılmak
içinmiş gibi seslendirilen dil, nesrinin ayırıcı nitelikleridir.
Onun nesrinde süs, tumturak, seci devam etti. Ancak bu, onun okunmasına engel olmadı.
Nesir alanında en önemli eserleri şüphesiz romanlarıdır. İlk romanı
İntibah adını taşır. Eser “Son Pişmanlık” adıyla Magosa’da yazılmış; bu ad sonra değiştirilmiştir.
Bu romanda bir aile konusu ele alınmıştır. Kötü
kadınların ihtiras ve entrikalarına kapılarak hem kendilerini hem
başkalarını mahveden gençlerin romanıdır bu.
Roman oldukça sade bir dille yazılmıştır.
Olayların akışı, kahramanların tek yönlülüğü, iyilerin hep iyi
kötülerin hep kötü gösterilmesi yönüyle yazarın Romantizm’in etkisinde
olduğu söylenebilir.
Cezmi adlı ikinci romanında ise yazar
tarihi bir olayı anlatır. II.Selim zamanında İranlılarla yapılan bir
savaşın anlatıldığı romanda, roman kahramanı Cezmi vatansever bir
askerdir. Roman onun başından geçen olayları anlatır. Bu esere ilk
tarihi roman diyebiliriz. Eserde yine Romantizm’in tesirleri görülür.
Namık Kemal’in bol eser verdiği diğer bir tür,
tiyatrodur. “Bir milletin güzel söyleyiş kudreti, edebiyatında;
edebiyatın da en canlı ifadesi, tiyatrosunda belli olur.” diyen yazar,
bu türe özel bir önem vermiştir.
En önemli tiyatro eseri Vatan Yahut Silistre
adlı oyunudur. 4 perdelik olan bu eser Tuna kıyısındaki Silistre
kalesini Ruslara karşı bir buçuk ay koruyan ve sonunda Rusları yenen
Türk askerlerinden ilhamla yazılmıştır. Oynandığı zaman büyük yankı
uyandıran bu eser, yazarın Magosa’ya sürülmesine neden olmuştur.
Diğer tiyatro eserleri istibdat ve zulme karşı çıkışı anlatan
Gülnihal, bir aile dramının anlatıldığı Zavallı Çocuk, kötü bir kadının topluma zararlarını anlatan
Akif Bey, Harzemşahlar Devleti’nin son hükümdarının hayatını anlatan Celalettin Harzemşah, Hindistan’da bir sarayda geçen bir olayın anlatıldığı
Kara Bela adlı eserleridir.
Bunların dışında, gazetelerde yayınlanan birçok
eleştiri yazısı, makaleleri, mektupları da vardır yazarın. Özellikle
Ziya Paşa’nın Divan şiirini öven Harabat antolojisini eleştirdiği Tahrib-i Harabat ve Takip adlı eleştirileri ünlüdür.
Edebiyata ait fikirlerini anlattığı Mukaddime-i Celal adlı önsöz yazısı
da önemlidir. Bunların dışında Bahar-ı Daaniş Mukaddimesi, Renan Müdafaanamesi adlı çevirileri de vardır.
II. DÖNEM TANZİMATÇILAR
Halk için sanat, sade dil için sanat, vatan için,
hürriyet için sanat amacıyla çalışan birinci tanzimatçılar sanatı
memleketin siyasi hayatıyla birleştirme yoluna gitmişlerdi. II.
Dönemdekiler ise sanat için sanat anlayışına daha yakın ve daha bağlı
bulunuyorlardı. Mümkün olduğunca siyasi ideolojilerden uzak duruyor,
hiç olmazsa bu sahada aktif faliyette bulunmuyorlardı. Bunlar Batılı
edebiyatın vasıflarına daha uygun eserler veriyorlardı. II. dönemin
sanatçıları olan Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan ve Sami
Paşazade Sezai’yi ayrıntılarıyla görelim.
Recaizade Mahmut EKREM
Ekrem, yeni ve eski tarz şairliği, tiyatro ve
roman yazarlığının yanında, devrinin genç nesillerine edebiyatı
öğretmesiyle tanınmış bir Tanzimat yazarıdır.
Onun şiir ve düzyazı eserlerini oluşturan dil,
sanat ve söyleyiş unsurlarında Divan şiirinin devamı, halk söyleyişinin
akisleri ve bunların üstünde gibi görünen bir Fransız edebiyatı etkisi
vardır.
Bir şiir ve edebiyat eleştirmeni olduğu ve edebi
bilgiler kitabı yazdığı halde onun şiirlerinde nazım tekniği ortadan
yukarıda değildir. Dudaklarda kalacak kudrette güçlü dizeleri
sayılıdır. Şiirlerinde ölçü ve kafiye gereği uydurulmuş, doldurma
dizeler vardır. Şiirde kulak için kafiye görüşünü ortaya atan ve bu yönüyle şiirde
çığır açan Ekrem’de nesir dili daha güçlüdür. Nesirlerinde his ve hayal
aleminden gerçek hayat sahnelerine kolayca geçebildiği görülür.
Hemen bütün eserlerinde sanat için sanat görüşünü
savunan Ekrem öğrencilerine ve çevresine edebi bilgiler zevki veriyor,
edebi eserler üzerinde durma, düşünme yollarını öğretiyor, onları
değerlendirme yollarını gösteriyordu.
Recaizade şiir, hikaye, roman, tiyatro, eleştiri, araştırma alanlarında eser vermiştir.
Nağme-i Seher, Yadigar-ı Şebap ve üç ayrı cilt halinde yayınladığı
Zemzeme adlı şiir kitapları vardır. Bu kitaplara Muallim Naci Demdeme adlı kitapla karşılık vermiş ve aralarında eski ve yeni edebiyatın özellikleriyle ilgili büyük tartışmalar başlamıştır.
Ekrem’in, ayrıca, ölen oğlu Nijad için yazdığı şiirleri koyduğu, yine onunla ilgili nesir, yazıları da bulunan
Pejmürde adlı eseri de önemlidir.
Recaizade’nin nesir türündeki en önemli eseri Araba Sevdası adlı romanıdır. Eserde bilinçsizce Batıyı taklid eden Bihruz Bey’in ne hallere düştüğü anlatılır.
Yer yer realist çizgilerle ve ince bir eleştiriyle, böyle insanlar göz önüne serilir.
Nesir alanındaki bir diğer eseri de Afife Anjelik isimli tiyatrodur.
Vuslat yahut Süreksiz Sevinç, Atala diğer tiyatrolarıdır. Bunlar pek başarılı eserler sayılmaz. Bu alandaki en başarılı eseri
Çok Bilen Çok Yanılır adlı komedidir.
Recaizade’nin yazdığı en önemli eser Talim-i Edebiyat adlı edebi bilgiler kitabıdır.
Ders kitabı olarak hazırlanan eser yeni edebiyat için önemli bilgiler verir. Yazarın ayrıca
Takdir-i Elhan adlı eleştiri eseri de vardır.
Yazar ayrıca birçok Romantik Fransız şairinin şiirlerini Türkçeye çevirmiştir.
Abdülhak Hamit TARHAN
İkinci dönem Tanzimatçılar arasında Batıyı daha
iyi anlayan ve çok hızlı değişiklikler yapan kudretli, üretken bir
şairdir. Büyükelçilik göreviyle hem Doğu hem Batı ülkelerinde görev
yaptığından, eserlerinde bu medeniyetlerin dil, kültür, sanat, inanç
unsurlarıyla, sosyal hayatlarını, yan yana getirebilmiştir.
Hamid bazen şiiri tiyatrolaştırmış, bazen
tiyatroya hikaye çeşnisi vermiştir. Şekilde ve söyleyişte belli
kurallara bağlı kalmak, onun yapmak istediği ama yapamadığı
şeylerdendir. Onda ölçü, kafiye hatta dil ve cümle kaygısı genellikle
ikinci plana bırakılmıştır. Bu nedenle eserlerinde dil kusurlarına sık
sık rastlanır. Şiirde tezata, şaşırtmacaya yer vermiş ve engin bir
lirizm oluşturmuştur. Şiirlerinde Romantizm’in tesiri görülür.
Şiirlerinde, işlediği konular açısından da bir
uyum görülmez. Bir kısmında doğa güzellikleri, bir kısmında renkli
şehir hayatları, bir kısmında vatan, millet, diğerinde ahlak hocalığı
görülen şiirlerinde vazgeçmediği tek yön sanatı sanat için yapmaktır.
Hamit tiyatro alanında da oldukça bol eser
vermiştir. Ancak bunların çoğu sahnelenmek için değil okunmak içindir.
Çoğunun dili ağır, üslubu sanatlıdır. Hatta kahramanlar bazen ruhlar,
ölüler ya da hayali varlıklardır. Tiyatrolarının bir kısmını aruzla,
bir kısmını heceyle kimisini de nesirle yazmıştır.
Hamid’in ilk tiyatro eseri Mecara-yı Aşk adlı dört perdelik eserdir. Rumeli Türkleri arasında geçen bir olayın anlatıldığı
Sabr-u Sebat adlı eserin dili oldukça sadedir. Duhter-i Hindu, Nesteren, Tarık, Eşber, Finten ünlü tiyatrolarıdır.
Hamid’in birçok şiir kitabı da vardır. Kimisinin
Batı şekilleriyle söylendiği, kısmen serbest bir biçimde yazıldığı
şiirlerinin bulunduğu Belde adlı şiir kitabında, Fransızca sözcüklerin
de şiire girdiği görülür. Pastoral şiirin ilk örneklerinin verildiği,
serbest biçimdeki şiirlerin bulunduğu kitaba ise Sahra ismini vermiştir şair. Ölen karısının ardından duyduğu üzüntüyü anlattığı
Makber adlı şiir kitabı ise şairin adını ebedileştirmiştir.
Şekil olarak daha muntazam, ölçülü, kafiyeli şiirlerin bulunduğu bu
eser, musiki yönüyle de güçlüdür. Aynı konuyu işleyen ancak Makber
kadar başarılı sayılamayacak Ölü, Bunlar Odur, Hacle gibi şiir kitapları da vardır.
Hamid’in mesnevi biçiminde yazdığı, Çamlıca’da yaşanmış bir aşk hikayesini anlattığı
Garam adlı kitabı da önemlidir.
Samipaşazade SEZAİ
Tanzimat döneminin Batılı hikaye yazarıdır.
Edebiyatın başka türlerinde de eser vermiş olmasına rağmen o, hikaye ve
roman yazarı olarak tanınır. Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde
Fransız Realizm’ini temsil eden yazarlardandır. Romanında Romantik
çizgiler bulunmasına rağmen onun eserlerine Realist anlayışı uyguladığı
görülür. Namık Kemal’in Romantik anlayışından Sezai’nin Realist
anlayışına geçiş yapan II. dönem Tanzimatçılar, asıl realist olan
Servet-i Fünunculara zemin hazırlamışlardır.
Arada bir küçük şiir denemeleri de olmakla
beraber, Sezai daha çok nesirler, siyasi, edebi makaleler, küçük ve
büyük hikayeler ve hatıralar yazmakla tanınmıştır.
Eserlerini sanat için sanat görünüşüne bağlı olarak yazan sanatçının en önemli eseri
Sergüzeşt romanıdır. Romanın konusu, o yıllarda devam etmekte
olan beyaz esir ticaretidir. Eserde Kafkaslardan kaçırılıp ona buna
satılan genç kızlardan birinin başından geçen olaylar anlatılır.
Sezai’nin diğer önemli eseri Küçük Şeyler adlı hikaye kitabıdır. Eserdeki bazı hikayeler çeviridir.
Küçük Şeyler’den sonraki hikayelerinden başka, nesirlerini topladığı bir diğer eseri de
Rumuz’ül Edep adını taşır.
İclal adlı eserinde yine değişik yazıları ve şiirleri bulunur.
Sezai’nin ilk eseri ise Şir adlı bir
piyestir. Bu eser, olayın Afganistan’da geçtiği düzyazıyla yazılmış bir
trajedidir. Ancak pek başarılı bir eser sayılmaz.
Tanzimat dönemindeki diğer önemli sanatçıları da şu şekilde görebiliriz:
Ahmet Mithat EFENDİ
Tanzimat devrinde, ilmin ve edebiyatın hemen her
alanında eser vererek ve bunları halk diliyle yazıp halk seviyesine ve
halk zevkine göre düzenleyerek halk için çok faydalı bir edebi hareket
yapmayı başarmış ansiklopedist bir yazardır. O yazılarıyla bir halk
okulu kurmuş ve bunu hayatı boyunca sürdürmüştür.
Onun eserlerinde derin bir bilgi veya eserlerin
kalıcılığını sağlayacak bir sanat üstünlüğünü aramak boşunadır.
Yazdıklarının yaşamasını değilse bile Türkiye’de, okuyan bir halk
zümresinin oluşmasını sağlayan Mithat Efendi, görevini yerine
getirmiştir.
Teknik açıdan kusurlu eserlerin okuyucu bulması,
onları yazarken yazarın kullandığı, halka hoş gelen sade bir dilin,
halkta merak uyandıracak unsurlarla birleşmiş olmasındandır. Yer yer
bir ev dili, mahalle dili ve bu dillere ait halk deyimleri, eserlerine
ayrı bir tat verir.
Tarih, coğrafya, felsefe, biyoloji, fizik gibi
birçok dilde eser veren yazarın en çok sevdiği tür, hikaye ve romandır.
Bu alanda onun 82 eseri vardır.
Letaif-i Rivayat adlı 24 kitaplık bir
hikaye dizisi vardır. Bunların kimileri Batı’daki eserlerden adapte
edilmiştir. Bu eserlerde abartılı bir Romantizm görülür. Olması mümkün
gözükmeyen olayların hikaye edildiği bu eserler sürükleyiciliği yönüyle
kendini okutmuştur. En ünlü romanları, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş, Felatun Bey’le Rakım Efendi, Dürdane Hanım v.s. ’dir.
Ahmet Mithat Efendi bazı tiyatro denemeleri de yapmışsa da bu alanda pek başarılı olamamıştır.
Nabizade NAZIM
Tanzimat edebiyatının Servet-i Fünun’a döneceği
dönemde yetişen ve arada bir yeni anlayışla şiirler de söyleyen
Nabizade Nazım, bu geçiş dönemi yazarları içinde realist hikaye yazmaya
özen gösteren bir romancıdır.
Edebiyatımızda ilk köy ve köylü gerçeklerini anlatan Karabibik
adlı eseri vardır. Romandan çok uzun hikaye özelliği gösteren bu eserin
diğer bir önemi, yazarın, hikayenin önsözünde de belirttiği gibi Emile
Zola, Alphonse Daudet gibi yazmaya özenmesidir. Ayrıca yazar köylüleri,
seçtiği çevrenin diliyle konuşturmuştur.
Yazarın ikinci önemli eseri Zehra adlı romanıdır. Romanda psikolojik tahlillere özellikle yer verildiği görülür.
Ahmet Vefik PAŞA
Türk tiyatrosunun oluşmasında çok büyük katkıları
olan yazar, özellikle Moliere’den yaptığı çevirilerle tanınır.
Çevirilerinde halk diline, yerli ağızlara yer vermiş ve sahnelenen
eserlerin halk tarafından sevilmesini sağlamıştır.
Yazarın en önemli hizmetlerinden biri de Bursa’da kendi adıyla tiyatro açarak, tiyatroyu Anadolu’ya yaymasıdır.
Moliere’den on altı eser çeviren yazarın Zor Nikah, Zoraki Tabip adlı çevirileri çok sevilmiştir.
Şemseddin SAMİ
Tanzimat edebiyatının dil alanında önemli eserler
veren sanatçısıdır. Özellikle Fransızcadan Türkçeye, Türkçeden
Fransızcaya çevirdiği önemli sözlükleri vardır.
Birçok dili çok rahat konuşan yazarın dilimize kazandırdığı en önemli eseri ise
Kamus-ı Türki adlı sözlüktür.
Türk dilinin sadeleşmesi yolunda önemli gayretleri
olan yazarın, dilin nasıl sadeleştirilebileceği hakkındaki fikirleri
kendinden sonrakilerce örnek alınmıştır.
Avrupalı Türkologların çalışmalarıyla yakından
ilgilenen yazar Orhun Abideleri’ni ve Kutadgu Bilig’i Türkiye
Türkçesine ilk çeviren kişi olmuştur.
Bunların dışında teknik olarak çok da başarılı sayılmayan ilk Türk romanı onun,
Taaşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı eseridir. Yazarın ayrıca tiyatro alanında da eserleri vardır.
Şimdi Tanzimat edebiyatının genel özelliklerini maddeler halinde belirleyelim.
-
O güne dek şiire girmeyen eşitlik, özgürlük adalet fikirleri, şiirin temel konusu olmuştur.
-
Şiirde
biçim değişikliğine pek gidilmemiş, aruz ölçüsü, nazım şekilleri, beyit
nazım birimi kullanılmıştır. Ancak II. dönem Tanzimatçılarda az da olsa
değişmeler vardır.
-
Dilde sadeleşme istenmiş ancak yeterince başarılamamıştır.
-
O güne dek edebiyatımızda görülmeyen, roman, hikaye, makale gibi nesir türleri kullanılmıştır.
-
I. dönemde toplum için sanat; II. dönemde sanat için sanat görüşü hakimdir.
-
I. dönemdekiler daha çok Romantizm’in, II. dönemdekiler Realizm’in tesiri altındadır.
-
Tiyatro türü özel bir önem kazanmış, tiyatro bir eğitim yuvası olarak görülmüştür.
-
Tanzimatçıların
çoğu devlet adamıdır. Bu yüzden siyasetle sürekli iç içe
bulunmuşlardır. Bu da onların edebi özelliklerini etkilemiştir.
-
Batı edebiyatına, özellikle Fransız edebiyatına büyük ilgi gösterilmiş, birçok Fransızca eser Türkçeye çevrilmiştir.
B - SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI
Bu edebiyat Recaizade Mahmut Ekrem’in yol
göstermesiyle, Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan gençler
tarafından yürütülen bir harekettir. 1895 yılında Tevfik Fikret’in bu derginin yazı işleri müdürlüğüne getirilmesiyle başlar.
Bir diğer adı da Edebiyat-ı Cedide olan bu dönemin
ana karakteri çağdaş Fransız edebiyatına benzer eserler vermektir.
Örnek edindikleri Fransız sanatkarları ise Realist ve Naturalistlerdir.
Aynı grubun şiirde yaptığı yenilikler Parnas ve Sembolist şairlerden
izler taşır.
Servet-i Fünuncular kendilerinden öncekileri
Avrupa’yı yeterince takip etmemekle, ilkel ve yetersiz olmakla
suçlamışlardır. Divan edebiyatını çoğu kez bilmedikleri için, küçük
görüyorlardı.
Servet-i Fünuncuların diğer önemli özellikleri ise
çok az bir topluluğa seslenebilmeleridir. Gerek dil anlayışları,
gerekse sanata bakışları onların bir salon edebiyatı oluşturmalarına
neden olmuştur.
Bu dönemdeki edebiyat türlerini şu şekilde inceleyebiliriz:
ŞİİR
Bu dönemin şiir anlayışı Tanzimatçılardan bir
hayli farklıdır. Özellikle Parnasizmin etkisiyle şiirde biçim
mükemmelliğine büyük değer vermişler, sanat için sanat görüşüyle, şiiri
ideolojik bir anlatım yolu olmaktan çıkarmışlardır. İlk kez, Batıdan
alınan sone, terzarima gibi nazım biçimlerini kullanmışlardır.
Aruzu şiirin vazgeçilmez bir ahenk unsuru olarak
görmüşler, çoğu kez bu vezni Divan şairlerinden daha iyi kullanmışlar,
onu Türkçeye kolaylıkla uygulamışlardır.
Aruzu bir musiki kaynağı olarak gören Servet-i Fünuncular, özellikle serbest müstezat nazım şeklini geliştirmişlerdir.
Şiirde kişisel konuların yanında doğa betimlemelerine büyük yer verilmiş, sosyal konulardan uzak durulmuştur.
ROMAN VE HİKAYE
Servet-i Fünun’un en başarılı olduğu türlerden
biri romandır. Batılı romanın kötü bir taklidi olan Tanzimat romanı, bu
dönemin romanları yanında sönük kalır.
Realizmin etkisi altındaki Servet-i Fünun
romanında konular hep İstanbul’da geçer. Bunda, sanatçıların
yaşadıkları çevreyi esere yansıtmasının yani eserlerini belli gözlemler
sonucunda yazmalarının büyük etkisi vardır. Ancak eserde yabancı sözcük
ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmaları, eserlerin geniş halk
topluluklarınca okunmasına engel olmuştur.
Hikaye alanında da önemli eserler verilmiştir. Anadolu’nun değişik yörelerinin de konu olduğu bu hikayelerde dil daha sadedir.
TİYATRO
Servet-i Fünuncuların hemen hiç başarılı bir eser
vermedikleri tür tiyatrodur. Gerek dil anlayışları, gerek istedikleri
sanatın icra edilebileceği bir tiyatro göremeyişleri onları bu dalda
eser vermekten uzak tutmuştur.
• • •
Servet-i Fünunda gelişmiş bir diğer tür ise eleştiridir. Özellikle
Hüseyin Cahit siyasi yazılarıyla şimşekleri üzerine çekmiş hatta Fransızcadan çevirdiği
“Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesiyle Servet-i Fünun dergisinin kapanmasına ve Servet-i Fünun edebiyatının bitmesine neden olmuştur.
Şimdi Servet-i Fünun sanatçılarını görelim.
Tevfik FİKRET
Servet-i Fünun döneminin en güçlü şairidir.
Parnasizmin etkisiyle yazdığı şiirlerinde kusursuz bir biçim görülür.
Şiirlerinde ölçü, şekil, kafiye gibi ses unsurlarıyla oluşturulmuş bir
musıki sezilir. İşlediği konuyu sözcüklerinin sesiyle hissettirir gibi
yazar. Aruza öylesine hakimdir ki konuşur gibi yazdığı şiirlerinde
kusursuz bir ölçü görülür. Şiiri düzyazıya yaklaştırmış, birkaç dize
süren cümlelerden oluşan şiirler yazmıştır.
Servet-i Funun döneminde yazdığı şiirleri kişisel
ve sanatlıdır. Bu dönemden sonraki şiirlerinde ise aşırı toplumcu bir
şiir anlayışına dönmüştür.
Rübab-ı Şikeste adlı şiir kitabındaki
şiirler Servet-i Fünun dergisindeyken yazdığı sanat için sanat görüşlü
şiirlerdir. Önceki şiirlerinde Recaizade’nin, Abdülhak Hamit’in tesiri
sezilen Fikret’in zamanla kendi üslubunu oluşturduğu görülür.
Haluk’un Defteri adlı kitabında ise oğlu
Haluk’un kişiliğinde, istediği neslin özelliklerini, onlara verdiği
öğütleri anlatmıştır. Buradaki şiirler sanat için sanat prensibinden
toplum için sanata doğru yol aldığını gösterir.
Şiirleri sosyal de olsa Fikret, biçimdeki özeni, mükemmelliği kaybetmemiştir.
Rübabın Cevabı adlı şiir kitabı Fikret’in
toplumcu ve vatancı şairliğinin olgun ve güçlü bir örneğidir. Vatanın
kötü yöneticiler elinden çektiği sıkıntıları eleştirici bir üslupla
anlattığı bu şiirlerde şairin bu durum karşısında umudunu yitirmediği
görülür.
Şairin hayatının sonlarında yazdığı Şermin adlı şiir kitabı ise, hece ölçüsüyle söylenen şiirlerden oluşur. Bu şiirler çocuklar için söylenmiştir.
Cenap ŞEHABETTİN
Dönemin diğer büyük şairidir. Aslında doktor olan
ve Fransa’ya da tıp ihtisası için giden şair, orada Fransız
edebiyatıyla yakından ilgilenmiştir.
Şiirlerinde hem Parnasizmin hem Sembolizmin etkisi
görülür. Sembolizmin musikisi, sözcüklerin ahengine verdiği değer onda
da görülür. Parnasizmin ise doğa betimlemeleri, sözcüklerle tablo çizme
sanatı yine onun şiirlerinde hissedilir. Elhan-ı Şita adlı, kış manzaralarını anlattığı şiirinde sözcükler okuyucuda karın yağışını hissettirir.
Serbest müstezat tarzını ilk ve en iyi kullanan
Cenap’tır. Bazen de sone şeklinde yazdığı şiirlerinde çok cesur
mecazlarıyla, eski dil kurallarını, söyleyiş mantığını hiçe sayan,
tamamıyla Batılı bir söyleyişle yazmasıyla şiddetli eleştirilere
uğramıştır.
En sıradan konuları şiir haline getirmek için,
Servet-i Fünun diline yeni sözcükler katmış, Arap ve Fars
sözlüklerinden yeni sözcükler seçmiş, ayrıca Fransızca sözcükleri de
şiirlerinde kullanmıştır. Şiirlerinde geçen “saat-i semenfam”(yasemin
renkli saatler) benzetmesi döneminde birçok tartışmalara neden olmuştur.
Şiirde güzellikten başka gaye aramadığını, güzel
sanatlarda fayda aranmayacağını söyleyen şairin nesir alanında da
önemli eserleri vardır. Nesir dili şiir dilinden daha sade olan sanatçı
yazılarını nüktelerle, zarif bir dille, zengin bilgisiyle etkili hale
getirmiştir.
Şiirlerini Evrak-ı Leyal adı altında toplayacağını söylemesine rağmen bunu sağlığında yapamamıştır.
Nesir alanındaki eserleri ise, Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları adlı seyahat yazıları,
Evrak-ı Eyyam adlı değişik yazılardan oluşan eseri vardır. Ayrıca tiyatro denemeleri de yapan şairin bu türde pek başarılı olduğu söylenemez.
Cenap ayrıca beğendiği vecizeleri Tiryaki Sözler adı altında kitaplaştırarak bu alanda değerli bir derleme kitabı bırakmıştır.
Halit Ziya UŞAKLIGİL
Dönemin hikaye ve roman temsilcisidir. Eserleriyle
sadece kendi döneminin değil sonraki nesillerin de örnek aldığı yazar,
Türk romanına tamamen Batılı bir hava vermiştir. Kompozisyon açısından
Türk edebiyatının en başarılı eserlerini veren yazar Batı’daki
örneklerinden hiç de aşağı değildir.
Halit Ziya’nın dili oldukça ağırdır. Süslü,
tamlamalarla dolu bu dilde sözle anlam arasında sıkı bir bağ
kurulmuştur. Türk dilinin sadeleştiği dönemde yazar kendi eserlerini
sadeleştirmiştir.
Halit Ziya’nın, Realist, Natüralist anlayışla
yazdığı romanlarında kahramanlarını çevresinden seçtiği sezilir. Hatta
bunların bir gözlem sonucunda oluşturulduğu görülür.
Hikayelerini romanlarına göre daha sade bir dille
yazmıştır. Onları çoğu kez bir okuyuşta bitirilecek biçimde
oluşturmuştur. Romanlarının konusunu hep İstanbul’dan seçen yazar,
hikayelerinde Anadolu’yu da işlemiştir.
Yazarın ilk kitabı Sefile adını taşır. Hizmet gazetesinde yayınlanan bu eser kitap haline getirilmemiştir.
Halit Ziya’nın en başarılı romanları Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar Servet-i Fünun’da yayınlanmıştır.
Mai ve Siyah adlı romanında Ahmet Cemil
adlı kahraman, sanat hayalleriyle yaşar fakat içinde bulunduğu
çevrenin, özellikle Babıali’nin kırıcı olayları arasında tüm hayalleri
yıkılır. Yazarın romanda Ahmet Cemil’e söylettiği sözler aslında
Servet-i Fünun’un edebi anlayışıdır.
Sanatçının başyapıtı sayılan Aşk-ı Memnu
romanı ise Boğaziçi yalılarındaki hayattan alınmıştır. Eserde alafranga
yaşayışa özenen Bihter Hanım’ın kendinden yaşça büyük olan Adnan Bey’le
evlenmesi, ancak Adnan Bey’in yeğeni olan Behlül adlı gençle
birbirlerine aşık olmaları anlatılır. Züppe bir genç olan Behlül,
Bihter Hanım’ı sonunda kandırır; ancak Adnan Bey’in kızı Nihal durumu
fark ederek babasına bildirir. Adnan Bey’in durumu öğrendiğini anlayan
Bihter kendini öldürür.
Eser ruh tahlilleri yönüyle oldukça gerçekçidir.
Kahramanlar her yönüyle tanıtılmıştır. Diğerlerine göre daha sade bir
dille yazılan Kırık Hayatlar romanında da yine bir aile dramı anlatılır.
Halit Ziya’nın büyük hikayeleri ise Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bu muydu adlarını taşır.
Halit Ziya’nın diğer önemli eseri hayatının kırk yılını anlattığı ve adını da
Kırk Yıl koyduğu anı eseridir. Bundan sonraki anılarını ise Saray ve Ötesi adlı eserde toplamıştır.
Mehmet RAUF
Servet-i Fünun’un ikinci büyük romancısıdır. Uzun
süre Halit Ziya’nın etkisinde kalan yazarın dili daha sadedir. Tıpkı
Halit Ziya gibi mensur şiirler, hikayeler, ruh tahlillerine önem
verdiği romanlar yazmıştır. Onun hikaye ve romanlarında kendi
hayatından önemli akisler vardır.
Yazarın en önemli eseri Eylül’dür. Basit
bir aşk olayı etrafında dönen eserde aşkın güzelliği dile getirilir.
Suat Hanım Kocası Süreyya’yı çok sever. Ancak kocası tarafından çoğu
kez yalnız bırakılan kadınla, kocasının arkadaşı Necip arasında gizli
bir aşk sürer gider. Eserin sonunda Suat Hanım ile Necip bir yangında
yanarak ölürler.
Dil örgüsü bakımından zayıf olan eser, psikolojik tahlillerdeki derinliğiyle ilk psikolojik roman sayılmıştır.
Yazarın ayrıca Siyah İnciler adlı mensur şiir kitabı
Genç Kız Kalbi, Ferda-yı Garam, Karanfil ve Yasemin adlı romanları vardır.
Bunlar dışında Cidal, Pençe, Yağmurdan Doluya adlı tiyatro eserleri de vardır.
Şimdi de Servet-i Fünun Edebiyatının özelliklerini maddeler halinde görelim:
-
Şiirde
amacın güzellik olduğu, şiirin fikirleri yaymakta bir araç olarak
kullanılamayacağı savunulmuştur; yani sanatın sanat için olduğu fikri
hakimdir.
-
İlk kez, Batı’dan alınan sone, terzarima gibi nazım şekilleri kullanılmış, ayrıca serbest müstezat şekli geliştirilmiştir.
-
Tanzimatta
görülen dilde sadeleşmeye yönelme tamamen terk edilmiş, aksine yeni
duygu ve hayalleri karşılamak için Arapça ve Farsçadan yeni sözcükler
alınmıştır.
-
Tanzimatçıların halk şiirine gösterdikleri ilgi tamamen unutulmuş, hatta halk şiirinin basitliğiyle alay edilmiştir.
-
Şiirde
Parnasizm ve Sembolizm akımlarının tesiriyle, toplumsal konular terk
edilmiş, kişisel, hatta çoğu zaman marazi duygular ele alınmıştır.
-
Nesir türlerinde büyük gelişmeler görülmüş, roman ve hikaye Batı tekniği seviyesine çıkarılmıştır.
-
Tiyatro ihmal edilmiş, birkaç deneme eserle geçiştirilmiştir.
-
Romanlarda
Realizm akımının etkisi görülür. Romanların konuları hep İstanbul’da
geçer, ancak birkaç hikayede Anadolu konu edilmiştir.
C - FECR-İ ATİ EDEBİYATI
Servet-i Fünun dergisi 1901 yılında kapatılınca,
bu dergi etrafında toplanan şair ve yazarlar artık bir araya gelme
imkanına sahip olamamışlardı. Hatta basına uygulanan sansür yüzünden
sanatçılar şiirlerini bile rahatça yayınlayamamışlardı.
1908 yılına kadar süren, edebiyatın bu fetret
devri bu tarihte meşrutiyetin ilan edilmesiyle sona ermiştir. Edebiyat
aşığı gençler bir araya gelip edebi bir toplantı gerçekleştirmişlerdir.
Bu gençler arasında Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Refik Halit, Fuat
Köprülü, Hamdullah Suphi vardı.
Fecr-i Ati, gerçekte bir edebi akım ya da edebi
topluluk değildir. Bu hareket yukarıda adı geçen edebiyata hevesli
gençlerin yaptığı birkaç toplantıyla sınırlı kalmıştır. Ancak gençlerin
yetenekli olması, edebiyat dünyasının böyle bir toplantıdan haberdar
olmasını sağlamıştır.
Fecr-i Ati, edebiyatımızda beyanname yayınlayan
ilk topluluktur. Bu beyannamede gençlerin o günün edebiyat dünyasına
bakışını, edebi alanda yapmak istediklerini görüyoruz. Bunlara göre
kendilerinden öncekiler yeterince Batılı değillerdi. Öncekiler için
edebiyat boş vakitleri değerlendiren güzel bir arkadaştı.
Fecr-i Aticiler yapmak istediklerini de şöyle maddeleştirdiler:
-
Batıyı günü gününe takip etmek, edebi çalışmalarına Batıdaki gelişmeler ışığında yön vermek.
-
Genç sanatçıların yetişmelerini sağlamak için zengin bir kütüphane kurmak.
-
Batıdaki birçok eseri Türkçeye kazandırmak için dil komisyonu oluşturmak.
-
Edebiyat ve fikir konularında konferanslar vererek halkı eğitmek.
Yüksek
ideallerle biraraya gelen gençler Fecr-i Ati’yi 1909'da kurdu. Ancak
daha ilk ayda 31 Mart olayı yüzünden dağıldı ve bir daha bir araya
gelemedi.
Fecr-i Aticiler kendilerinin ne kadar Servet-i
Fünun’dan farklı olduğunu iddia etseler de onların devamı olmaktan
kurtulamamışlardır. Ortaya koydukları ürünlerin Servet-i Fünun’dan hiç
farkı yoktur. Grubun dağılmasından sonra Fecr-i Ati’nin anlayışını
sadece Ahmet Haşim sürdürmüştür. Belki Haşim de olmasa bu grubun adı
pek duyulmazdı. Yakup Kadri, Refik Halit, Hamdullah Suphi daha sonra
Milli Edebiyata geçmişlerdir.
Ahmet HAŞİM
Fecr-i Ati’nin, daha doğrusu Servet-i Fünun’un,
anlayışına yakın şiir anlayışını, döneminde Milli Edebiyatın çok
revaçta olmasına rağmen hiç değiştirmemiştir. Ne şiir ne dil
anlayışında bir sapma vardır. Ancak dilde sadeleşme fikrini,
nesirlerinde kullandığı sade dilde görürüz. Hatta bu dil bazen Milli
Edebiyatçıların dilinden bile sadedir.
Haşim, şiir görüşlerini şu şekilde açıklar: “Şair
ne bir hakikat habercisi ne bir belagatlı insan, ne de bir kanun
koyucudur. Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil, duyulmak
için vücuda getirilmiş, musıki ile söz arasında sözden ziyade musıkiye
yakın bir dildir. ... Şiir nesre çevrilemeyen nazımdır. Şiir hikaye
değil sessiz bir şarkıdır.”
Görüldüğü gibi Haşim, şiirde anlamın değil
söyleyişin önemli olduğunu söylemiş ve şiirlerini bir ses güzelliği
oluşturmak için yazmıştır.
Şiirde serbest müstezatı kullanmış, aruzu ahengin
kaynağı görmüş, heceyi hiç kullanmamıştır. Konu olarak ise daha çok
sembolist sanatçıların şiirlerinde görülen konuları işlemiştir.
Haşim’in şiirleri tam bir sembolist şiir
sayılmazsa da söyleyiş olarak, anlatım olarak onu çağrıştırır. En
azından Haşim’in şiirinde sembol kullanımı yoktur. Fakat gerçekten
kaçış, hayale, akşam vakitlerine, yalnızlığa, bezginliğe sığınış onu
Sembolizm’e yaklaştırır.
O her şeyi “hayal havuzunun sularında seyretmiş ve
onları renkli bir akis olarak” görmüştür. Şiirde musıkiye değer vermesi
de onu Sembolizm’e yaklaştırır. Kelimelerde musıki araması, sanatçıyı
sözcük seçiminde titizliğe götürür. Beğendiği sözcüklerin yabancı olup
olmamasını düşünmeden onları şiirlerde kullandı.
Haşim’in, nesneleri değil nesnelerin kendinde
bıraktığı izlenimleri anlatması, renklere değer vermesi onu biraz da
Empresyonistlere yaklaştırır.
Dilinin yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü olması, Haşim’in o güzel şiirlerinin günümüzde anlaşılamamasına neden olmuştur.
Haşim’in ilk şiir kitabı Göl Saatleri’dir. Diğer kitap ise
Piyale adını taşır.
Nesir alanında Haşim gerçekten anlaşılmak için
yazar. Dili sade, söyleyişi konuşma havasındadır. Edebiyatımızdaki en
güzel seyahatnamelerden birini, Frankfurt Seyahatnamesi’ni ortaya koyan şairin ayrıca, değişik deneme, sohbet ve diğer nesirlerini bir araya getirdiği
Gurabahane-i Laklakan, Bize Göre adlı eserleri vardır.
BU DÖNEMDEKİ BAĞIMSIZ SANATÇILAR
Servet-i Fünuncularla aynı çağda yaşamak ve eser
vermekle beraber herhangi bir edebi topluluğa girmeyen, kendi
düşünceleri doğrultusunda eser veren sanatçılar da vardır. Şimdi
bunları inceleyelim.
Hüseyin Rahmi GÜRPINAR
Ahmet Mithat geleneğini sürdürerek, halkta okuma
sevgisini uyandırmak için eser vermiştir. Servet-i Fünuncularla çağdaş
olmakla birlikte ne onlarla ne de bir başka toplulukla ilgisi olmamış,
kendine özgü bir anlayış sürdürmüştür. Roman ve hikayeci olarak tanınan
yazarın hemen bütün romanlarında konu İstanbul’da geçer.
Türk toplumunun bütün katmanlarını çoğu zaman
gülünç yanlarıyla, hatta abartılı bir şekilde anlatmıştır. Toplumun pek
mantıklı olmayan adet ve geleneklerini romanlarına yansıtmış, bunlara
kimi zaman alaylı, kimi zaman ibretli, kimi zaman da küçük düşürücü
açılardan bakmıştır.
Romanları teknik yönden çağdaşlarından, özellikle
Halit Ziya’dan oldukça geridir. Romanlarının çoğunu çalakalem yazmış,
yazdıkları üzerinde pek düşünmemiştir. Aslında romanlarının çoğunda
asıl olay da yoktur. Daha çok karşılıklı konuşmalarla ve özellikle
İstanbul’un kenar mahallelerinden seçtiği cahil insanların mahalle ağzı
konuşmalarıyla güldürü unsuru sağlamaya çalışmıştır.
Romanda olayların akışını kesip kendine göre
bilgiler vermesi, açıklamalarda bulunması roman tekniğine uymaz. Yazar
bazen önemli edebi tartışmaları, ya da felsefi konuları, eserde geçen
cahil insanlara tartıştırır. Bunu, halkı bilgilendirmek için yaptığını
söylese de bu, romanın inandırıcılığını zedeler.
Romanlarında günlük hayattan oldukça faydalanan
yazar, tam bir gözlemcidir. Çevresini, sokağını, insanları ayrıntılı
bir gözle incelemiş, bunu eserinde de göstermiştir.
İlk romanlarında daha çok Romantizm’in etkisi
görülen yazarın asıl temsil ettiği akım Realist-Naturalist akımlardır.
Kendisi de makalelerinde bu akımları savunmuştur. Zaten en önemli
romanları bu akımların ışığı altında yazılanlardır.
Kahramanların konuşmalarında oldukça sade bir dil
kullanan yazar, bilgi verdiği yani kendinin konuştuğu yerlerde biraz
ağır bir dil kullanmıştır. Eserlerini yazmadan önce mutlaka
gözlemlerinden oluşan notlar tuttuğunu söyleyen yazarın Meddah,
Ortaoyunu, Karagöz gibi Halk tiyatrosu ürünlerinden yararlandığını
söyleyebiliriz.
Türk edebiyatının en çok roman veren yazarlarından biri olan sanatçının ilk romanı
Şık’tır.
Romanda Şatırzade Şöhret Bey adında saf,
alafrangalığa özenen birinin hayatı anlatılır. Yolsuz bir kadının
ardına düşen bu adam bütün malını mülkünü satar. Perişan bir duruma
düşer.
Mürebbiye romanında ise yazar, o günlerde
moda olan Fransız mürebbiyelerinin eleştirisini yapar. Dehri Bey adlı
kahraman Anjel isimli bir mürebbiyeyi çocuklarını eğitmesi için eve
alır.
Yolsuz biri olan mürebbiye evde dört kişiyi birden yoldan çıkarır ve sonunda Dehri Bey’le yakalanır.
Yazar Mürebbiye romanındaki konuyu Metres romanında da işlemiştir.
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç adlı
romanda ise o günlerde sözü edilen Halley kuyruklu yıldızının dünyaya
çarpabileceği fikri işlenir. Bu haberin İstanbul’un kenar
mahallelerinde nasıl yankı uyandırdığı anlatılır.
Bunların dışında Gulyabani, Cadı, Şıpsevdi, Hakka Sığındık, İffet, Kesik Baş, Tesadüf gibi romanları da vardır.
Yazarın, çoğu günlük hayattan seçilmiş birçok hikayesi vardır. Bunların çoğu
Kadınlar Vaizi adıyla bir araya toplanmıştır.
Hüseyin Rahmi ayrıca tiyatro alanında da eser vermiştir. Bunlar başarılı eserler değildir.
Mehmet Akif ERSOY
Dönemindeki sanatçılar arasında İslâmı anlatmayı
gaye edinen, halkın İslamdan uzaklaştıkça ne kötü durumlara geldiğini
manzum hikayelerle ortaya koyan realist bir şairdir. Yaşadığı dönemde
üç fikir vardı: Osmanlıcılık, İslâmcılık, Milliyetçilik.
Osmanlıcılık fikrini daha çok Namık Kemal
savunmuştur. Ancak Hristiyan azınlığın yavaş yavaş devletten
ayrılmaları, bu fikrin yaşayamayacağını göstermişti.
İslamcılık fikri ise aynı dini paylaşan Türk,
Arap, Fars, Kürt bütün milletleri birbirine bağlayacak sağlam bir
bağdı. Ancak İslam, yıllardan beri yozlaştırılmıştı. Eğer üzerindeki
küller üfürülürse altından kıpkırmızı kor ortaya çıkacaktı. İşte Akif
bu külleri üflemek istemiştir.
Bir şair olarak Akif Türk şiir sanatına
ilerlemeler kaydetmiştir. Çağdaşı Fikret’le, düşünceleri tamamen karşıt
olmasına rağmen biçimsel yönden aralarında müthiş bir benzerlik vardır.
Akif’in şiirlerinde de dize bütünlüğü kırılmış, nazım nesre
yaklaştırılmış ve şiir birkaç dizeden oluşan cümleler halinde
yazılmıştır. Hatta bazen bir dizede karşılıklı konuşma şeklinde birkaç
cümle bile kullanılmıştır. Ancak bu, şiirdeki ölçüyü yani aruzu hiç
etkilememiş, Akif aruzu Türkçeye mükemmel bir biçimde uygulamıştır.
Akif aslında Türk edebiyatında manzum hikaye
türüne çığır açtıran bir şairdir. Realist bir biçimde anlattığı
olaylar, karşımıza getirdiği canlı tablolar gerçekte yaşanan acı
gerçeklerdir.
Şiirlerinde oldukça sade bir dil kullanan sanatçı
hatta bazen halkın kullandığı argo sözcüklere bile yer vermekten
çekinmemiştir.
Şiirlerinin çoğu bir sosyal çevreyi aktarır: Örneğin Küfe şiirinde okumayı çok isteyen ancak babası ölünce ailesine bakmak zorunda kalan bir çocuğun dramı anlatılır.
Mahalle Kahvesi’nde zamanını kahve köşelerinde pinekleyerek geçiren kişiler eleştirilir.
İstibdat şiirinde haksız yere hapse götürülen bir adamın karısının fakirlikten düştüğü durumlar anlatılır.
Köse İmam’da şeriatın emrini yanlış anlayarak karısını boşamak isteyen zalim ve cahil bir erkeği anlatır.
Seyfi Baba’da eski ve ışıksız İstanbul sokaklarından geçip, hasta ve fakir bir ihtiyarın evine giden şairin gözlemleri anlatılır.
Bunlar dışında Akif’in, İslâm’ın şeref tablolarını, hak ve hukuka verdiği değeri gösteren şiirleri de vardır.
Akif, şiirlerinde, görmek istediği ideal genci
Asım’ın kişiliğinde canlandırmış ve ona nasihat etmiştir. Bu bir bakıma
Fikret’in Haluk’unun karşısına çıkarılmış bir genç olarak düşünülebilir.
Akif’in şiirinde görülen bir diğer özellik sanatı
sanat için değil, halk için yapmasıdır. Bu yönüyle o realist olmaktan
çok Naturalistlere yaklaşır. Çünkü gerçeği olduğu gibi, çirkinliğiyle,
iğrençliğiyle aktarır. “Önce siz derdi bulun, sonra kolaydır derman.”
diyerek naturalistlerin romanda yaptığını, Akif şiirde yapmıştır.
Onun şiiri her şeyiyle yerlidir. Batıyı taklit etmek, onlara benzer eser ortaya koymak gibi bir amacı olmamıştır.
Şiirlerini Safahat adlı kitapta toplamış, ancak bu kitaba milletine hediye ettiği İstiklal Marşı’nı almamıştır.
Mehmet Akif nesir türünde de eser vermiştir.
Hatıralar adlı eserinde Berlin’de ve Mısır’da geçirdiği günlerle ilgili
notları vardır.
Yahya Kemal BEYATLI
Yahya Kemal, modern şiir dilinin yolunu açanların
başında gelir. Şiirimize Batılı anlayışla ilk çekidüzen veren odur.
Günlük yaşantının dışına çıkar, tarihimizin kahramanlıklarına, duygunun
sonsuzluklarına uzanır. Divan şiirimizle yeni şiir arasındaki köprüyü
tek başına kurar. Tanzimattan beri yıkılmaya hatta unutturulmaya
çalışılan Divan şiiri, onunla yeniden keşfedilir. Gazel, Rübai, Şarkı
onunla yeniden canlanır. Türk aruzuna son ve en güzel şeklini veren
Yahya Kemal’dir.
Şiirde söyleyişe büyük değer veren ve asıl olanın
anlam değil anlatım olduğunu savunan Yahya Kemal şiiri sessiz bir
musıkiye benzetir. Şiirde biçim mükemmelliğine büyük değer verir.
Kelimeler üzerinde titizlikle durur. Söylemek istediğini anlatacak
sözcüğü buluncaya kadar uğraşır; yakın anlamlarıyla yetinmez.
Tanzimatçıları nutukçu olmakla, Servet-i
Fünuncuları ise bireysel bir taklitçilikle suçlayan Yahya Kemal, şiirde
iki unsurun önemli olduğunu vurgulamıştır. Bunlardan biri İstanbul
Türkçesinin kullanılması, diğeri ise şiirde ritm sağlanmasıdır.
Yahya Kemal, Batı’yı olduğu gibi taklit etmeye
karşı çıkmış, Batı’nın bilinmesi gerektiğini ancak öğrenilenleri
milletimizin, dilimizin özelliklerini göz önüne alarak uygulamak
gerektiğini savunmuştur.
Yahya Kemal, İstanbul’u dünyanın en güzel şehri,
Boğaz’ı İstanbul’un en güzel yeri sayar. Bu güzelliği vücuda getiren
birinci unsur şaire göre güneş, diğeri deniz dir. Üçüncü neden de Yahya
Kemal’in musıkimize olan bağlılığı ve derin hayranlığıdır. O musıkimizi
Türk mimarisi ile birlikte, milletimizin meydana getirmiş olduğu en
övünülecek şeylerden biri sayar.
Yahya Kemal Parnasizm akımının şiirde biçim
kusursuzluğuna verdiği değerden etkilenmiştir. Ancak onu parnasyen
saymak, kendinin de kabul etmediği bir özelliktir. Belki etkilenmiş
demekle yetinilmelidir.
Şiirlerinde Divan Edebiyatı’nın gül, bülbül, aşk,
şarap mazmunlarını kullanmış, ancak şiiri günümüz Türkçesiyle
yazmıştır. Nedim’den sonra ikinci İstanbul aşığı ve şarkı ustası
sayılmıştır. Sağlığında herhangi bir şiir kitabı yayınlamamış, şiirleri
dilden dile yayılmıştır.
Ölümünden sonra kurulan Yahya Kemal Beyatlı Enstitüsü, dördü şiir kitabı olmak üzere 13 eserini yayınlamıştır. Bunlar
Kendi Gök Kubbemiz, Rübailer, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Bitmemiş Şiirler...
En az şiirleri kadar önemli nesir yazıları da
vardır. Bunların büyük kısmı fikir yazıları, sohbetler, anılardır.
Bunlardan en önemlileri Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi ve Edebi Hatıralar’dır.
Ahmet RASİM
Türk basınının en sürekli yazan
gazetecilerindendir. Yazılarındaki güç, her sınıf halkın yaşayışını,
inançlarını, gelenek ve göreneklerini çok iyi bilip, tasvir ettiği
kişileri, şiveleri, argoları, kılık kıyafet ve tüm incelikleriyle
yansıtmasındandır. İstanbul folklörüne ait bilgisi çok geniş, dış
gözlemi çok güçlüdür. İstanbul’u anlatır, İstanbul’u yaşar.
Onun yazılarında tüm İstanbul, mesireleri,
kahveleri, çarşıları, semtleri, patlıcan kızartırken ahşap evini
tutuşturup koca bir yangına sebep olan kocakarıdan tutun da Yahudiye,
seyyar satıcıya kadar binlerce İstanbullu olanca canlılığı ile yaşar.
Ahmet Mithat Efendi ile başlayıp Hüseyin Rahmi ile
yürüyen halkçı edebiyat anlayışına Ahmet Rasim bir gazeteci, bir halk
yazarı olarak katılır. En çok makale, fıkra, gezi, anı türünde eserler
vermiştir. Bunun yanında hikaye ve roman türünde eserleri de vardır.
İlk Sevgi, Mektep Arkadaşım, Askeroğlu, Hamamcı Ülfet gibi hikaye ve romanlarından başka
Falaka isimli çocukluk hatıraları kitabı Osmanlı Tarihi adlı ders kitabı,
Gülüp Ağladıklarım, Muharrir Bu Ya, Şehir Mektupları adlı değişik türde eserleri vardır.
Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI
Türk edebiyatında genç nesillerin Doğu edebiyatı,
Batı edebiyatı taraftarı olarak ikiye bölündüğü bir sırada yetişmiştir.
Daha çok Batı edebiyatına sempati duyarak Servet-i Fünuncularla çok
yakın dostluklar kurmasına rağmen hiçbir tarafa katılmamış, yalnız
kendi zevk ve karakterinin yolundan yürümüştür. Gelibolu’da oturduğu
için İstanbul’daki edebi hareketlerden tamamen habersiz bulunuyordu.
Bunun için onun şiirdeki ilk rehberleri, bu taşra şehrinde sık sık
karşılaştığı saz ve tekke şairleri oldu.
Saz ve Tekke şairlerinin etkileri, o İstanbul’a
geldikten sonra bile devam etti. Bu etki daha çok nazım şekli, vezin ve
üsluba ait olarak göze çarpar. Bu anlayıştaki şairin tartışmalarda
elbette heceyi ve halk dilini savunması doğaldır.
Şiirlerinin konusu daha çok aşk, tabiat, nostalji,
çocukluk hatıralarıdır. Bu şiirlerdeki başarıyı sağlayan en önemli
nokta duyguların ifadesindeki samimiyettir. Buna konuşma dil ve
üslubuna gösterdiği özeni de eklemek gerekir. Yunusvari söyleyiş
şiirlerinin dilde kolay kalmasını sağlamıştır.Çok geniş bir
ansiklopedik bilgiye sahip olduğundan “Feylesof” ünvanını alan şairin Serab-ı Ömrüm adlı şiir kitabı vardır.
MİLLİ EDEBİYAT
Türk edebiyatında Türk milliyetçiliği düşüncesi
Tanzimat döneminde başlamıştır. Bu dönemde özellikle Şemseddin Sami
şiirin sadeleşmesiyle ilgili yazılar yazıyor, Orhun Abideleri’ni,
Kutadgu Bilig’i Türkiye Türkçesine çevirerek ilgiyi Ortaasya’ya
çekiyordu.
Ayrıca Ahmet Vefik Paşa makaleleriyle Türklük
düşüncesini yaymaya çalışıyordu. Ancak bu kişisel çabalar aydınlar
arasında tam bir birlik sağlamaktan uzaktı. Özellikle kalemi güçlü
şairlerin, Fikret’in, Cenap’ın, Abdülhak Hamit’in, sanat için sanat
görüşüne takılmaları, bu çalışmaların yeterince güçlenememesine neden
oluyordu. Oysa 1908'li yıllara gelindiğinde ortada artık bu güçlü
sanatçıların adı duyulmuyurdu. Özellikle o yıllarda Balkan
Savaşları’nın ya da azınlık isyanlarının çok olması halkta büyük tepki
uyandırmış, Arapların isyanıyla İslamcılık görüşü de geçersizleşmiş ve
milliyetçilik akımı büyük bir güç kazanmıştır. Böyle bir ortamda
sanatçıların kişisel düşünceyle yaptıkları sanat da elbette pek rağbet
görmemiştir. Hatta sanat değeri olmayan, kuru şiirler, sırf milletin
hissiyatına seslendiğinden büyük rağbet görmüştür.
İşte böyle bir ortamda Fecr-i Aticilerin kişisel
sanat anlayışları yeterince güçlenememiş ve topluluk dağılmıştır. Bu
sırada İstanbul’dan uzakta, Selanik’te yayın yapan Genç Kalemler Dergisi, Yeni Lisan adlı makaleler
dizisiyle dilin nasıl sadeleşeceği konusunda yollar ortaya koyuyor, bu
görüşün savunucuları sade dille güzel eserler yazıyorlardı. Yeni Lisan
makalelerinde ileri sürülen görüşleri şu şekilde maddeleştirebiliriz:
-
Arapça, Farsça tamlamalar ve gramer kuralları asla kullanılmayacak, bunların yerleşmiş olanları kalabilecekti.
-
Halk dilinde yerleşmiş bulunan Arapça, Farsça sözcükler kullanılacak, bu dillerden yeni sözcükler alınmayacaktır.
-
Arapça, Farsça sözcükler halkın telaffuz şekline göre yazılacak asılları dikkate alınmayacaktır.
-
Yazı dilinde milli söz dizimi hakim olacaktır.
-
Konuşma ve yazı dili, Türkçenin en olgun, en güzel şekli olan İstanbul Türkçesi olacaktır.
İlk defa, Ömer Seyfettin ile Ali Canip’in birlikte
çıkardıkları Genç Kalemler dergisine daha sonra Ziya Gökalp de
katılmış, her geçen gün artan savunucusuyla yeni ve güçlü bir Milli
Edebiyat ekolü oluşmuştur. Fecr-i Aticiler bir ara dilde sadeleşmeye
karşı çıktılarsa da özellikle Fuat Köprülü, Hamdullah Suphi, Yakup
Kadri gibi güçlü kalemlerin Milli Edebiyat saflarına geçmeleri, Fecr-i
Ati’yi bitirmiş geride sadece Haşim kalmıştır.
Milli edebiyat özellikle dil konusu üzerinde
durmuştur. Yoksa sanatçıların kişisel görüşleri birbirinden oldukça
farklıdır. Kimi sade bir dille kişisel konular üzerinde şiirler
söylerken (Beş Hececiler), kimi vatan, millet, Anadolu kavramları
üzerinde durmuştur. Belki de bu serbestlik Milli Edebiyat’ın
sürekliliğinin en büyük sebebidir.