D - MİLLİ EDEBİYAT SANATÇILARI
Ömer SEYFETTİN
Genç Kalemler dergisindeki yazılarıyla Milli Edebiyatın
kurulmasında büyük rol oynayan sanatçı, aynı zamanda realist Türk
hikayeciliğinin yerleşmesinde de büyük bir etkiye sahiptir. Edebiyatımızda
hikayeciliği meslek edinen ilk sanatçı diyebiliriz Seyfettin için.
Onun Türk edebiyatında “edebiyatsız edebiyat yapmak”
amacıyla çalışması, edebiyatı gereksiz söz, şekil ve mecazlarla yüklemeden
parlak cümleler kullanmadan yapması o gün için çok yeni bir üsluptur.
Seyfettin, hikayelerinde çok değişik konular işlemiştir.
Onda sosyal hayatta görülen gülünç huyların eleştirisini yaparak, toplumu
iğnelemekten hoşlanan eleştirici bir huy vardır. Hikayelerinin başarılı olanları
ise milli duyguları canlandırıcı tarihi hikayelerdir. Ayrıca çocukluk
anılarından, Balkanlardaki Türklerin durumundan bahsettiği hikayeleri de vardır.
Hikayelerini beklenmeyen sonuçlarla bitirerek okuyucuda iz
bırakmak ister. Fikirlerini olaylar arasına dağıtarak kuru didaktizm’den
kurtulur.
Hikayelerinde kullandığı sade dil, onların her kesimde
okunabilmesini sağlamış, gençlerin milli duygularını canlandırmak gayesine yazar
böylece ulaşabilmiştir.
Seyfettin, Türk milliyetçiliğini savunur ancak bu
milliyetçilik kan ve ırk birliği değil ideal birliğidir. Hikayelerinde halk
fıkralarına, halkın arifçe sezgilerine büyük bir sevgi duyar.
Ömer Seyfettin, hikayelerinin başına bir atasözü koyarak
konuyu bir anafikir etrafında toplamaya çalışır.
Başını Vermeyen Şehit hikayesinde Peçevi tarihinden
alınan bir olay işlenmiştir. Bu hikayenin başında adı geçen tarihten manzum
parçalar vardır. Yazar bu hikayede kahramanlık duygusunu işler.
Kızılelma Neresi hikayesinde Kanuni’nin gitmek
istediği bir yer anlatılır; ancak bunun neresi olduğu belirtilmez. Burada
Kızılelma Türk idealinin sembolüdür.
Kütük hikayesinde kaleyi fetheden Aslan Bey’in
askeri zekası üzerinde durulur.
Teke Tek hikayesinde Türklerin fethettiği ülkelerde
gösterdiği adalet ve hoşgörü anlatılır. Bu hoşgörüye karşın oraların halkının
gösterdiği nankörlük üzerinde durulur.
Pembe İncili Kaftan hikayesinde gururlu Safevi
hükümdarına elçi giden Muhiddin Çelebi’nin cesareti, gururu, millet sevgisi
üzerine yaptığı fedakarlık anlatılır.
Bomba hikayesinde Bulgar askerlerinin kendi halkına
dahi ne derece zulüm yaptığı anlatılır.
Falaka hikayesinde öğrencilik günlerinde
karşılaştığı bir olay üzerinde durur.
Kaşağı çocukluk döneminde çok etkilendiği bir olayın
anlatıldığı hikayedir.
Bunlar dışında daha birçok hikayesi olan yazarın şiirleri
de vardır. Hatta edebiyat hayatına şiirle başlamıştır. İlk şiirlerinde Servet-i
Fünunculardan etkilenerek aruzu kullanmış daha sonra ise heceyle hatta koşma
yazmaya kadar gitmiştir. Milli Türk destanlarını manzum olarak yazma çabasında
bulunan sanatçı, şairlikte, hikayecilikte olduğu kadar başarılı değildir.
Ali Canip YÖNTEM
Yazar, Türk dilinin sadeleşmesi konusunda Ömer Seyfettin’le
Ziya Gökalp’le birlikte büyük bir idealla çalışmıştır. Lirik şiirleriyle tanınan
sanatçı önce Servet-i Fünun şairleri tarzında yazmış, sonra aruzla ve sade dille
şiir yazmaya yönelmiş, sonra hececi şairlerin arasına katılmıştır.
Önceleri Divan şiiri ve Servet-i Fünun şiiri tarzında
şiirler yazmasına rağmen, daha sonra dilde sadeleşme fikrini kabul edince yine
aruzla ancak sade dille şiirler yazmıştır. Bu tarz şiirlerini
Geçtiğim Yol adıyla kitaplaştırmıştır. Çoğu aşk ve tabiat şiirleri olan
bu ürünler devrin birçok şairinden üstündür.
Şair heceye geçmiş ancak halk şiiri nazım biçimlerini
kullanmamış, yeni biçimlerle, bazen de Terzarima tarzında yazmıştır.
Sanatçı sonraları şairliği de bırakmış makaleler ve
inceleme, araştırma yazıları yazmıştır. Çoğu makalesinde Türkçülüğü ve Türk
dilini savunmuştur.
Milli Edebiyat Meseleleri ve Cenap Bey’le Münakaşalarım,
Edebiyat (ders kitabı),
Epope, Naima Tarihi, Leyla ile Mecnun, Türk Edebiyatı Antolojisi, Ömer
Seyfettin ve Hayatı yayımladığı eserlerdendir.
Ziya GÖKALP
Türk edebiyatında sanatçılığından çok fikir adamlığı
yönüyle yer etmiştir. Türkçülük fikrini felsefi yönleriyle ele alan ve sağlam
temellere oturtan Gökalp, bu yönüyle çoğu devlet adamının fikir babalığını
yapmıştır. Hatta yeni kurulan Türk devletinde yapılan birçok değişikliğin Ziya
Gökalp’in fikirlerinden esintiler taşıdığını söyleyebiliriz.
Onu edebiyatımızda bir şair olarak karşılamak için ciddi
bir neden yoktur. O zaten
“şiir için değil şuur için” çalıştığını söyler. Onun en olgun fikirleri
mısralaştırması, halk hafızasında kalıplaşmış bazı sözlerin kalmasını sağlamak
içindir.
Gökalp, Türkçülüğü, Turancılık olarak algılamış ve
anlatmıştır. Ona göre amaç bütün Türklerin bir çatı altında toplanmasıdır.
“Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan” derken bu amacını ortaya
koyar.
Gökalp, o dönemlerde Yeni Lisan makaleleriyle dil
hakkındaki görüşlerin anlatıldığı Genç Kalemler dergisine yakınlık duymuş ve
kısa zamanda o derginin yazar kadrosuna katılmıştır. Burada yayınladığı
Türkçülük ve Türk dili ile ilgili makale ve şiirleri büyük rağbet görmüştür.
Şiirlerinde hece ölçüsüne değer vermiştir. Bütün sanat
faaliyetlerinin halka doğru gitmesini, halkın sesinin sanatla duyurulmasını
amaçlamıştır. Hemen bütün eserlerinde kullandığı dil sade, konuşma dili kadar
samimi ve doğaldır.
Gökalp’in manzum masal ve şiirleri üç ayrı kitapta
toplanmıştır. Bunlar,
Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altın Işık adlarını taşır.
Nesir türünde ise Türk Töresi, Türkçülüğün
Esasları, Türkleşmek–İslamlaşmak Muasırlaşmak, Malta Mektupları adlarında
eserleri vardır.
Mehmet Emin YURDAKUL
Türk edebiyatında açık bir Tükçülüğü ilk defa bir sanat
ideali haline getiren Türk şairi Mehmet Emin’dir. Yeni Türk şiirinde sade ve
doğal halk dili kullanmayı ülkü edinen şair,
Hece ölçüsünü, eski Türk ölçüsü olduğu için tutucu bir
ısrarla aruza tercih etmiştir. Türk edebiyatında yeni bir hece ölçüsü
cereyanının başlamasına bu yönüyle önderlik etmiş sayılır.
Aslında şiirleri tüm ölçü ve uyağa rağmen başarılı
sayılamaz. Gayet kuru hatta tekdüze bir söyleyişi vardır. Bu yönüyle
edebiyatta yeri olmasa bile edebiyat tarihinde yeri vardır denebilir.
Mehmet Emin’in en büyük kusuru halk dilini ve halk ölçüsünü
kullandığı halde, geleneksel Türk Halk şiirinin sesini kavramamış olmasıdır.
Çünkü onun şiirlerinde ölçü, ahenk sağlayıcı bir unsur olmaktan çok, parmak
hesabı denecek kadar basittir. Yoksa koşma, semai gibi halk şiirlerindeki ahengi
onda bulamayız.
Ses bakımından başarılı olamasa bile söylediği fikirler ve
heyecanlar bakımından birçok ses şairinden üstündür. Sanatı; ülküsünü,
fikirlerini anlatmakta bir araç olarak kullanmış, her şeyi vatanın yükselmesi
uğrunda kullanabileceğini söylemiştir.
Mehmet Emin, Arapça, Farsça kelime ve tamlamalara hiç
itibar etmemiş, Genç Kalemler’in dil hakkındaki görüşlerini açıklamasından çok
önce, böyle bir dili kullanmıştır.
Şair, Türk halkının, hakkını ve özgürlüğünü almak için
savaştığını, Türk aydınlarının ruhunda Türkçülük aşkının önüne geçilmez bir iman
haline geldiğini de görmüştür. Türk şiirinin genç nesilleri onun söyleyişini
beğenmiyor; onun söyleyişine özenmiyor; fakat onun söylediklerini daha milli ve
daha musıkili bir söyleyişle birleştirerek heyecanla söylüyordu.
Şiir ve nesir türlerinde eser veren yazarın Türk Sazı,
Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Dicle Önünde, Turana Doğru, Ordunun Destanı, Zafer
Yolunda adlı şiir kitapları vardır.
Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU
Küçük yaşlarda edebi çalışmalara başlayan sanatçının ilk
edebi çalışmaları Servet-i Fünuncularla olmuş ve devrin süslü, külfetli dil
modası ilk zamanlarda en çok Ahmet Hikmet’i etkilemiştir. Hatta sanatçı,
kulağına hoş gelen Arapça, Farsça sözcükleri, küçük bir deftere yazıyor, sonra
fikir için kelime arayacağı yerde, yazı yazarken, bu seçtiği kelimeleri
kullanmak için fikir ve fırsat arıyordu. Ancak bu durum uzun sürmedi. Sade dile
yönelme Ahmet Hikmet’te hızlı oldu ve Türkçü düşünce tüm sanat anlayışını
değiştirdi.
“Yeğenim” adlı monoloğunda Batı özentisi içindekileri alaycı bir üslupla
eleştirdi.
Sanatçının edebi ününü sağlayan ilk önemli eseri
“Haristan ve Gülistan”dır. Eserin içindeki en önemli parça esere adını veren
masaldır. Bu eser Batı tarzında yazılan ilk masal sayılır. Hikmet bu eserinde
Doğu’nun masal zevki ve masal geleneği ile Batı’nın tekniğini ve Servet-i
Fünunun renkli, süslü üslubunu birleştirmiştir.
Yazarın milli kültürü önplana alarak yazdığı diğer önemli
hikaye kitabı
“Çağlayanlar”
adını taşır. Eser Türkçülük hareketlerinin, milli kültür ve milli heyacanla
yoğrulmuş, zengin verimlerinden biridir. Eserde, Türk milletinin milli ve fikri
asaletini betimleyen
Üzümcü hikayesi; uygurların Göç destanından alınan bir konuyu ele aldığı
Altın Ordu; baştan başa öztürkçe kelimeler kullanıldığı halde
akıcılığından dolayı yadırganmayan
Yakarış adlı düzyazı şeklindeki münacatı önemlidir.
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Edebi hayatına Fecr-i Ati topluluğunda başlayan, o dönemin
modası olan süslü mensur şiirler yazan yazarın gerçek başarısı roman
alanındadır.
Sanatçının ilk ve en güzel romanı “Kiralık Konak”
tır. Bu romanda Tanzimat döneminde görülen nesiller arası çatışma konu edilir.
Daha sonraki romanlarını da göz önüne aldığımızda yazarın Tanzimat’la
Cumhuriyet’in ilk yılları arasındaki dönemi tarihi bir sıra içinde anlattığını
söyleyebiliriz. Şimdi romanları kısa özetleriyle aktaralım:
Kiralık Konak, ayrı ayrı devirleri temsil eden Naim
Efendi ile torunu Seniha arasındaki çatışma üzerine kurulmuştur. Naim Efendi,
geleneği; Seniha, Avrupai tarz yaşayışı ifade eder.
Nur Baba romanında tekkelerin içten içe bozuluşu
anlatılır. Roman, bir konakta yaşayan Nigar Hanım’ın hayatıyla, tekke arasındaki
karşıtlıklar üzerine kuruludur.
Hüküm Gecesi romanında Osmanlı’nın bozulan siyasi
durumu Ahmet Kerim’in çevresinde gözler önüne serilir. Bu kahraman adeta Yakup
Kadri’nin sözcüsüdür.
Sodom ve Gomore, adeta Hüküm Gecesi’nin devamıdır.
Burada Ahmet Kerim, İstanbul’u, ahlaksızlıklarından dolayı yerle bir edilen
Sodom ve Gomore şehirlerine benzetir. Böylece yeni bir romanın temelini atar.
Asıl roman ise Kaptan Jackson ile Leyla ve Necdet arasında geçer. Burada Jackson
işgalci güçlerin, Leyla onlar gibi yaşamaya çalışan tiplerin, Necdet milli
benliği savunan gençlerin temsilcileridir.
Yaban romanı, Ahmet Celal’in hatıra defteri olarak
düzenlenmiştir. Eser boyunca bu kişinin gözlem ve değerlendirmeleri anlatılır.
Anadolu insanının içinde yaşadığı zorluklar, köylülerin pislik ve ahlaksızlık
içindeki halleri dile getirilir.
Yazarın Cumhuriyet dönemini anlattığı Bir Sürgün,
Ankara, Panorama romanları tarihi zincirin son halkalarını oluşturur.
Son romanı Hep O Şarkı’nın konusu ise aşk’tır. Diğer
romanlarının kronolojik sırasına pek uymayan bu eser Münire ile Cemil’in aşkları
üzerine kuruludur.
Yakup Kadri realist bir roman yazarıdır. Anlatımında
Servet-i Fünun nesrinden gelme üslupçuluğu sürer; ancak dili sadedir. Süslü,
ağdalı dille yazdığı mensur şiirlerini ise
Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan adlarıyla kitaplaştırmıştır.
Yazarın ayrıca Milli Savaş Hikayeleri adını verdiği
hikaye kitabı da bulunmaktadır. Ayrıca elçiliklerdeki günlerini anlattığı anı
eseri
Zoraki Diplomat; çocukluk anılarını anlattığı Anamın Kitabı ve
Gençlik ve Edebiyat Hatıraları adlı kitapları vardır.
Halide Edip ADIVAR
Edebiyata Halide Salih imzasıyla yayımladığı hikayelerle
giren sanatçı kullandığı sade, yeni bir dille dikkatleri çeker. Romanlarında
ilkin aşk temasını işleyen sanatçı daha sonra Türkçülük, milliyetçilik
konularına yöneldi.
Adıvar, romanlarında canlı, kuvvetli karakterler yaratır.
Özellikle kadın kahramanları, idealize edilmiş, erkeklerden üstün gösterilen
çarpıcı, etkileyici kişilerdir.
Romanlarında olaylar çoğunlukla İstanbul’da, kendi
yaşadığı zamanlarda geçer. Milli Mücadele yıllarını anlattığı eserlerinde
Anadolu’ya da yer verir.
Üslubu pek akıcı değildir. Alışılmışın dışında bir cümle
yapısı, tutuk, bazen bozuk bir anlatımı vardır. Dilindeki aykırılığa rağmen
düşüncelerindeki sağlamlık dikkati çeker.
Halide Edip acemiliklerle dolu ilk eserlerinden başlayıp
gittikçe olgunlaşan bir üsluba ulaşır. Romantizmden Realizme kayan anlatışında
asıl başarı İstiklal Savaşı yıllarındaki romanlarında görülür.
Türk edebiyatında en çok eser veren sanatçılardandır.
Yaklaşık 20 romanı, 3 hikayesi, hatıraları, tiyatroları, inceleme eserleri
vardır. Önemli eserlerini kısaca tanıtalım.
En başarılı romanı, önce İngilizce yazıp, Türkçeye
çevirdiği
Sinekli Bakkal’dır. Realist özellikler gösteren eserde Rabia adlı kadın
kahraman görülür. Mahallede karagöz oynatan ve Kız Tevfik denen birinin kızı
olan Rabia eser sonunda, kendisine aşık olup müslüman olan İtalyan Peregrini ile
evlenir.
Handan romanında ise yazar bir aile dramını anlatır.
Bu sırada Batılı yaşayışa özenen Türklerin içine düştükleri durumları da göz
önüne serer. Eserin en büyük özelliği karşılıklı mektuplar halinde yazılmış
olmasıdır.
Yazarın Kurtuluş Savaşı’yla ilgili önemli romanlarından
olan
Ateşten Gömlek’te yazar aşkla vatan sevgisini birlikte işler. Eserde
İzmir’in işgalinden sonraki durumlar anlatılır.
Vurun Kahpeye romanında ise Anadolu’ya öğretmen
olarak giden bir İstanbullu kızın düşmanla işbirliği yapan kişilerce iftiraya
uğratılıp linç edilmesini anlatılır.
Yeni Turan, Seviye Talip, Heyula, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun
Oğlu, Sonsuz Panayır, Döner Ayna, Akile Hanım Sokağı romanlarından
birkaçıdır.
Yazarın Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan
Hoş Seda adlı hikaye kitapları da vardır.
Mor Salkımlı Ev adlı eserinde çocukluk yıllarıyla
ilgili anılarını,
Türk’ün Ateşle İmtihanı adlı eserinde Milli Mücadele yıllarındaki
anılarını anlatmıştır.
Yazarın ayrıca Kenan Çobanları adlı tiyatrosu,
İngiliz Edebiyatı Tarihi, Türkiye’de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri adlı
inceleme eserleri de vardır.
Refik Halit KARAY
Türkiye Türkçesinin edebiyat dili haline gelmesinde çok
büyük bir yeri olan sanatçı, kullandığı dili, onun en saf ve gerçek kaynağından
almış, ana dilimizin en güzel konuşulduğu ev, aile Türkçesini kullanmış, onu
kendi sanatkar ruhu ile birleştirip pürüzsüz bir dil haline getirmiştir.
Onun ilk şöhreti Kalem adlı mizah dergisinde
Kirpi ismiyle yazdığı yazılardır. Oldukça iğneleyici eleştirilerle yüklü bu
yazılar, yazarının Anadolu’nun değişik illerine Sinop’a, Çorum’a, Eski
Ankara’ya, Bilecik’e sürülmesine neden olmuştur. Buralarda Anadolu’yu ve Anadolu
insanını yakından tanıma fırsatını bulan yazar gerçek bir
Memleket Hikayeleri yazmıştır.
Ankara Hükümeti aleyhine yazdıklarından dolayı Cumhuriyet
ilan edilince yurt dışına Hatay’a sürülmüş ve gurbet acısıyla yanan yazar burada
eşine az rastlanır bir mükemmellikle
Gurbet Hikayeleri’ni yazmıştır.
Elbette o sadece hikayeci değildir. İlk roman denemesi olan
İstanbul’un İç Yüzü adlı eseri pek başarılı değildir. Hatay’daki sürgün
hayatındayken yazdığı
“Sürgün” romanı ise oldukça başarılıdır. Bu roman Osmanlı Sultanlarının
ve çocuklarıyla birlikte yurt dışına sürülen siyaset kurbanlarının üstün bir
roman diliyle örülmüş maceralarıdır.
Çete romanı Antakya’nın sarp dağlarında çağlayan bir aşkı anlatır.
Eserdeki Kahraman Hatay’ın Türk kalması için mücadele eder.
Yezid’in Kızı romanı ise yazarın tabiat tasvirlerine
ve portrelere önem verdiği önemli bir aşk romanıdır.
Anahtar adlı romanında ise kıskanç bir erkeğin ruh halleri mükemmel bir
biçimde anlatılmıştır.
Bunlardan başka Refik Halit’in en önemli yazıları hiciv ve
mizah türündedir.Başına birçok dert açan bu yazılarını
Aydede adlı dergide yayınlamıştır. Bu türdeki yazıları Kirpinin
Dedikleri, Deli, Sakın Aldanma - İnanma - Kanma adlarıyla
kitaplaştırılmıştır.
Yazarın sürgünden döndükten sonra yazdığı Bugünün
Saraylısı, Kadınlar Tekkesi, Dört Yapraklı Yonca, Sonuncu Kadeh adlı
romanları ve
Kanije Müdafaası adlı tiyatro eseri de vardır.
Reşat Nuri GÜNTEKİN
Edebiyatımızda memleket konusunu işleyen önemli
yazarlarımızdandır.
Asker çocuğu olduğundan birçok şehirde bulunmuş, Anadolu ve
Anadolu insanını yakından tanımıştır. Ayrıca müfettişlik göreviyle Anadolu’nun
birçok yerini gezmesi, onun bu bilgisini daha da zenginleştirmiştir. Bu gezileri
sırasında yazdığı
Anadolu Notları adlı eseri gezi yazısı türünün başarılı bir örneğidir.
Yazarın eserlerindeki en kuvvetli sanat çizgisi okuyucunun
onun yarattığı tipleri kendine yakın bulmasıdır. Bunda onun ne derece gözlem
yeteneğinin olduğu anlaşılır. Eserlerinde Anadolu insanının her türlüsüne yer
vermiş, onları gerçek yönleriyle tanıtmıştır.
Birkaç roman denemesinden sonra, yazarın gerçek ününü
sağlayan,
Çalıkuşu romanı olmuştur. İstanbul’da iyi eğitim gören biri olan Feride
adlı genç bir kızın bir aşk yarasından dolayı Anadolu’ya öğretmen olmasını ve
Anadolu’da geçirdiği zor günleri anlatan bu roman o zamanın gençlerine bir ideal
çizmiştir.
Reşat Nuri, Yeni Lisan ve Milli edebiyat hareketlerinin en
başarılı kalemlerindendir. Konuşma dilini romana oldukça rahat uygulayan yazarın
romanlarından bazılarını tanıyalım:
Yeşil Gece adlı romanı Çalıkuşu’nun bir benzeridir.
Eski eğitim sisteminin ve dini istismar edenlerin eleştirildiği bu eserde Ali
Şahin adındaki genç öğretmenin hayatı anlatılır. Eserin en ilginç yönü
Cumhuriyetten önce dinci geçinen grubun, bundan sonra çıkarlarına uygun olarak
en ilerici geçinenlerden olmalarıdır.
Miskinler Tekkesi’nde yazar toplumun acı bir gerçeği
olan dilencilik üzerinde durur. Zengin bir ailenin çocuğunun daha sonra
fakirleyip dilenci olması; ancak dilenerek bir çocuğu okutması konu edilir.
Acımak adlı romanda ise yazar geriye dönüş tekniğini
kullanır. Babası Mürşit Bey’in ölümünden sonra onun not defterini bulan
Zehra’nın bu defteri okuması eserin özünü oluşturur. Eser, çevrenin, özellikle
kadının erkek üzerindeki kötü etkilerini anlatan dramatik bir özellik gösterir.
Bunların dışında yazarın Dudaktan Kalbe, Damga, Akşam
Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Değirmen,
Kavak Yelleri adlı romanları da vardır.
Yazarın ayrıca Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Leyla
ile Mecnun, Olağan İşler adlı hikaye kitapları;
Hançer, Yaprak Dökümü, Eski Şarkı, Balıkesir Muhasebecisi,Tanrıdağı Ziyafeti
adlı tiyatro eserleri de vardır. Bunlardan Yaprak Dökümü romandan tiyatroya
uyarlanmıştır.
Yazarın bunların dışında oldukça çok araştırma, inceleme
eserleri de vardır.
Hamdullah Suphi TANRIÖVER
Türk milliyetçiliğinin yayılmasında önemli görevler
üstlenen Türk Ocakları’nda, hayatının büyük kısmını geçiren sanatçı özellikle
kudretli hitabet kabiliyetiyle dikkati çeker. O dönemde gençlere büyük moral ve
güç veren haykırışlarla dolu konuşmalar yapmış ve bunları “Dağ Yolu” adıyla
derlemiştir. Yine milli heyecanla süslenmiş, değişik gazetelerde yayınlanan
yazılarını da Güne Bakan adıyla derlemiştir.
BEŞ HECECİLER
Ömer Seyfettin ve Ali Canip’in başlattığı Yeni Lisan ve
Milli Edebiyat cereyanı gittikçe güçlenmiş, birçok şair heceyle şiir söyleyerek
bu edebiyata destek vermiştir.
Servet-i Fünun’dan Celal Sahir’in, Fecr-i Ati’den Fuat
Köprülü’nün de katıldığı bu edebiyat, aruzla şiir yazan birçok şairi de
etkilemiştir. Onlarca şairin aruzu bırakıp heceye döndüğü, Anadolu’yu şiirine
konu ettiği, Halk edebiyatı ürünlerini kullandığı bu dönemde, heceye başarılı
bir geçiş yapan Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon,
Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, edebiyat tarihçilerince Beş Hececiler
olarak anılmışlardır.
Adı geçen şairler ve bunlara benzer şiir yazanlar aslında
Milli bir edebiyat oluşturmaktan uzaktırlar. Belki Anadolu ve oranın insanlarına
sevgi duyuyorlardı fakat, şiirlerinde kişisel konuları işlemekten hatta Milli
Edebiyatı sade dil, hece vezni ölçülerine indirmekten ibaret saydıkları
söylenebilir. Bunlar ayrıca Milli Edebiyatı Cumhuriyet dönemine bağlayan köprü
vazifesi görmüşlerdir.
Sanatçılar
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Döneminde, yazdığı aşk şiirleriyle gençlerin büyük
beğenisini kazanan lirik bir şairdir. Önceleri aruzla yazdığı şiirlerinde dil
Fecr-i Ati’nin diline yakındır. Heceye geçince dilinde de sadeleşme görülür.
Faruk Nafiz’in ister hece ister aruzla yazdığı şiirlerinde ahengi bulabildiği
görülür. Kelimeleri halkın konuşma dilinden almıştır. Bu da şiirlerinin kolay
okunur ve zevk alınır olmasında etkilidir.
Milli Edebiyata geçtikten sonra halk şiirine ilgi
göstermiştir. Onun Anadolu’yu adım adım gezip tanıdığı dönemde yazdığı şiirlerde
büyük bir memleket sevgisi görülür. Bu çabasıyla o, dönemindeki diğer
hececilerden ayrılır.
Asıl ününü şiirleriyle sağlayan şairin, Şarkın
Sultanları, Gönülden Gönüle, Dinle Neyden, Çoban Çeşmesi, Suda Halkalar, Bir
Ömür Böyle Geçti, Elimle Seçtiklerim, Akarsu, Akıncı Türküleri, Heyecan ve
Sükun, Zindan Duvarları, Han Duvarları adlı şiir kitapları vardır.
Nesir alanında da eser veren sanatçının Yıldız Yağmuru,
Ayşe’nin Doktoru adlı romanları vardır.
Faruk Nafiz tiyatrolarında oldukça başarılıdır. Canavar,
Özyurt, Kahraman, Yayla Kartalı, Dev Aynası, İlk Gözağrısı önemli tiyatro
eserleridir.
Enis Behiç KORYÜREK
Asıl mesleği doktorluk olan sanatçının ilk şiirleri
Servet-i Fünun’un etkisindedir. Ziya Gökalp’in tavsiyesiyle heceyi denemiş ve
özellikle kahramanlık şiirlerinde, milli felaketleri anlattığı şiirlerde
başarılı olmuştur. Hecenin değişik kalıplarını denemiş ancak pek başarılı
olamamıştır. Ayrıca serbest müstezattan etkilenerek serbest heceyi denemiştir.
Şairin Türk denizcilik tarihinden aldığı motiflerle
süslediği
Gemiciler şiiri döneminde çok beğenilmiştir. Şiirlerini Miras ve
Güneşin Ölümü adlarıyla kitaplaştırmıştır.
Halit Fahri OZANSOY
Şiir, tiyatro, roman, edebi inceleme gibi türlerde eser
veren sanatçı aruzla yazdığı
Baykuş adlı şiirle adını duyurmuştur. Şiirlerinde bazen içli, duygulu,
bazen coşkulu söyleyişler görülür. Yine aruzla yazdığı
Cenk Duyguları adlı şiir dergisinde topladığı şiirlerle beraber heceye
geçiş yapmış, ancak aruzdan ayrılması zor olmuştur. Hatta
Aruza Veda adlı şiirinde bu ölçüyü terk etmeyi pek istemediğini de
söylemiştir.
Şairin Gülistan ve Harabeler, Bulutlara Yakın, Balkonda
Saatler, Paravan gibi şiir kitapları;
Sönen Kandiller adlı heceyle yazılmış bir piyesi, Nedim adlı
manzum tiyatro eseri vardır.
Olgunluk döneminde yazdığı Hep Onun İçin, Sonsuz
Gecelerin Ötesinde, Hayalet, Bir Dolaptır Dönüyor adlı tiyatroları,
Aşıklar Yolunun Yolcuları adlı romanı ve Edebiyatçılar Geçiyor, Eski İstanbul
Ramazanları adlı anı türünde eserleri vardır.
Orhan Seyfi ORHON
Türk diline büyük hizmeti olan şair, uydurma Türkçeye
başvurmadan gayet akıcı, uçarı bir dil kurmayı başarmıştır. Edebiyatla ilgisi
gazetecilik yönüyle olmuş, ilk olarak
Hıyaban isimli dergiyi çıkarmış, daha sonra değişik gazetelerde yazılar
yazmıştır.
İlk şiirlerini aruzla yazan şair, heceye geçtiği dönemde
bile aruzu tamamen bırakmamıştır. Heceyle yazdığı şiirlerde de oldukça
başarılıdır. İlk ününü
Fırtına ve Kar adıyla yazdığı serbest müstezat tarzı şiirle kazanmıştır.
Heceye geçtiğinde yazdığı
Peri Kızı ile Çoban Hikayesi ise hecenin ve Türkçenin güzel bir
örneğidir. Şair burada heceyi kullanmakla beraber çoğu dizeyi aruzun heceye uyan
kalıplarıyla söylemiştir. Bu Hikaye güzel bir masaldır. Bu masalda şair
Oğuz Han, Turan gibi isimleri kullanmış, eski Türk tarihine dikkatleri
çekmiştir.
Şairin ayrıca maniye benzeterek yazdığı güzel, akıcı
dörtlükleri vardır. O, bir taraftan hece ile aruzu kaynaştırmaya çalışmış, bir
yandan da hece ile gazeller yazarak türleri kaynaştırmayı amaçlamıştır.
Sanatçının diğer önemli yönünü mizah yazarlığı oluşturur.
Akbaba dergisinde yazdığı fıkralar, hicivler, döneminde ilgi görmüştür.
Şairin Gönülden Sesler, İşte Sevdiğim Dünya adlı
şiir kitapları,
Fiskeler isimli nesir eseri, Dün - Bugün - Yarın adlı makalelerini
topladığı eser,
Düğün Gecesi adlı mizah ve hiciv eserleri vardır.
Yusuf Ziya ORTAÇ
Aruzla yazdığı şiirlerde pek yüksek bir başarı kazanamamış
olan şairin heceyle gerçekten güzel şiirler yazdığı söylenebilir.
Şair büyük ölçüde Faruk Nafiz’in etkisi altındadır. Birçok
şiirinde onun kullandığı benzetmelere yer vermiştir. Lirik şiirleri yanında
Akından Akına, Cenk Ufukları adlı epik şiir kitapları vardır.
Lale Devri’ne ait bir tarihi olayı anlattığı Binnaz
adlı piyesi de ilgi görmüştür. Bu eser heceyle yazılmıştır.
Yazar manzum mizahi hikayelerini Nikahta Keramet
adıyla yayınlamıştır.
Kürkçü Dükkanı, Şeker Osman adlı hikayeleri, Gök, Üç Katlı Ev adlı
romanları vardır.
Yazarın en önemli özelliklerinden biri de sosyal hayatın
gülünç taraflarını görüp, karikatürize etmesidir. Bu amaçla yazdığı birçok
fıkrası vardır.
E - CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYATI
Aslında bu dönemi Milli Edebiyat’tan kesin hatlarla
ayırmamız mümkün değildir.
Çünkü Milli edebiyat sanatçıları, Cumhuriyet’in ilk
yıllarında en önemli eserlerini vermişlerdir. Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat
Nuri, Refik Halit ve daha birçoğu Cumhuriyet’in ilk elli yılına damgalarını
vurmuşlardır. Ancak Cumhuriyet’in ilanıyla ve çok hızlı bir şekilde yapılan
devrimlerle, Türk aydını takip etmekte zorlandığı bir siyasi değişim yaşamıştır.
Latin harflerinin kabulü, eski yazı ve yeni yazı kargaşası ortalığı karıştırmaya
yetiyordu. İşte böyle bir ortamı öncekilerden ayırmak için 1923 yılını hala
devam eden bir edebiyat döneminin başlangıcı olarak görmekte fayda vardır.
Cumhuriyet dönemi edebiyatı da kendi içinde bölünerek
incelenir. Ancak biz bunlara girmeden bu yeni edebiyatın belirgin özelliklerini
görelim.
Cumhuriyet edebiyatının temelinde İstiklal Savaşı ve
Atatürk devrimleri vardır. İster şiir, ister roman, ister hikaye olsun çoğu eser
bu iki konu ile doğrudan ya da dolaylı olarak irtibatlıdır. Milli duygu ve
heyecanı geliştirmeye yönelik bu çabalar elbette Milli edebiyatın bir devamı
olacaktır.
Milli edebiyatla başlayan halka inme, Anadolu’yu tanıma
çabası, Cumhuriyet’te ana ilkelerden olmuş, Türk halkının her kesimi edebiyata
girmiştir. Artık edebiyat, İstanbul’un sınırlarını tamamen aşmıştır.
Yeni kurulan devlet, elbette bazı devrimlerini halka
tanıtmak, benimsetmek istiyordu. Cumhuriyet dönemi sanatçılarının en önemli
görevlerinden biri işte bu tanıtma olmuştur. Sanatçı, siyasetle halk arasında
bir köprü olmuş, devrimleri yorumlamış, açıklamış ve savunmuştur.
Yeni dil ve eski dil tartışmaları Cumhuriyet’le
noktalanmış, siyasi güç, olayı tekeline almış ve Türk Dil Kurumu’nu kurarak
dilde geri dönülmez bir yenileşme yoluna girmiştir.
Ancak bu, bazen çok aşırıya gitmiş, Türkçe halkın
anlayamadığı yabancı bir dil haline getirilmiştir.
Cumhuriyet’ten önce sadece sempati duyulan Türk Halk
sanatları ve folklörü ön plana alınmış, öncekilerin küçümsediği Karacaoğlan’ın,
Yunus’un tarzı örnek alınmıştır. Artık harf benzerliği de kurulan Batı edebiyatı
daha yakından takip edilmiş, Türk edebiyatı Batı’nın tüm edebiyat yeniliklerini,
akımlarını uygulamaya çalışmıştır.
Şimdi bu dönemde edebi türlerde görülen değişiklikleri
inceleyelim.
ŞİİR
Cumhuriyet döneminde şiir başlangıçta Milli edebiyatın şiir
anlayışından farklı değildir. Çünkü Milli edebiyatın en güçlü sanatçıları bu
dönemde yaşıyor hala eser veriyordu. Hatta Ahmet Haşim, Cenap Şehabettin gibi
Servet-i Fünun’un şiir anlayışını sürdürenler, Mehmet Akif gibi bağımsız şairler
de şiir yazmaya devam ediyorlardı.
Cumhuriyet döneminin önceki dönemden bağımsız şekilde
gelişen ilk şiir hareketini “Yedi Meşaleciler” gerçekleştirmişlerdir. “Canlılık,
samimiyet ve daima yenilik” ilkesiyle ortaya çıkan bu grup çok fazla bir yenilik
getirememekle birlikte yeni bir soluk olmuştur yeni şiirimiz için.
Bu arada şiirin konularında bir genişleme de olmuştur.
Kurtuluş Savaşı’nı, yeni devleti, Atatürk’ü işleyen şiirler yazılmış, özellikle
Atatürk’ün ölümü birçok şairin onunla ilgili şiirler yazmasına neden olmuştur.
Bunlara rağmen Cumhuriyet şiirinde asıl biçimsel değişme
1940'lı yıllara kadar gerçekleştirilememiştir.
1941'de bir araya gelen üç genç, Garip adlı kitapta ölçüyü,
kafiyeyi, nazım şeklini reddetmiş, şiirin sıradan insanı anlatması gerektiğini
savunmuş, asırlardır devam eden kuralcılığa baş kaldırmıştır. Bu, Türk şiirinde
büyük bir devrim olarak görülmüştür. Grup kısa zamanda dağılsa bile etkileri
günümüze kadar gelmiştir.
1955 yılında ise “İkinci Yeni” şiir akımı oluşur. Bu akım
bilinç altına, soyutlamalara, imgelere yönelmiştir. Ancak bu akımı benimseyenler
de tam bir görüş birliği içinde değildir. Çoğu kendilerini her gün yenilemekte,
boyuna değişen şiirler vermekteydiler.
Bunların yanı başında yine heceyle yazanlar, aruzla
yazanlar, toplumcu şiirler verenler, yurt güzelliklerini, halkımızın sorunlarını
dile getiren şairler de bulunmuştur.
Kısaca Cumhuriyet dönemi Türk şiiri ister biçim ister
içerik yönüyle olsun çok geniş bir yelpazede değerlendirilebilir.
ROMAN VE HİKAYE
Cumhuriyet döneminin başlarında, tıpkı şiirde olduğu gibi
roman ve hikayede de Milli edebiyat sanatçılarının etkili olduğu görülür.
Cumhuriyet dönemine özgü roman ve hikaye ise yine 1940'lı yıllardan sonra
başlar. Bu dönemde ortaya çıkan toplumcu gerçekçi romanlar, işçilerin,
köylülerin hayatını konu almış ve yönetenleri zalim, yönetilenleri mazlum
gösteren ideolojik bir yapıya bürünmüştür. Hatta böyle davranmayan romancılar
aşağılanmış, sanatçı sayılmamıştır. Ancak bunun yanında Peyami Safa’nın
psikolojik romanları, nitelikli roman örnekleri olarak edebiyat tarihinde yerini
almıştır.
Hikaye alanında ise oldukça başarılı sanatçılar yetişmiş,
günlük hayatı işleyen hikayelerin yanında tarihi hikayeler de yazılmıştır.
Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de Batıda olduğu
gibi bizde de sanatçının ödüllerle değerlendirilmesinin gelenek halini
almasıdır. Sait Faik Hikaye Armağanı, Türk Dil Kurumu ödülleri vs.
Şimdi Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak
edebiyatçılarımızı tanıyalım:
YEDİ MEŞALECİLER
Cumhuriyet döneminin başlarında bir araya gelen tek
topluluktur. Yeni bir edebiyat kurmak, Batı edebiyatını takip etmek, özgün şiir
oluşturmak adına çıkmışlar, ancak Beş Hececilerin takipçileri olmaktan
kurtulamamışlardır. Bu sanatçılar, Sabri Esat Siyavuşgil, Vasfi Mahir Kocatürk,
Yaşar Nabi Nayır, Cevdet Kudret, Kenan Hulusi, Muammer Lütfi, Ziya Osman
Saba’dır. Bunlar arasında en dikkate değer isim Ziya Osman’dır.
Ziya Osman SABA
Sanatçı, şiirlerinde çocukluk özlemi, anılara düşkünlük,
ev, aile sevgisi, yoksul yaşamlara karşı utanç duyma ve acıma, Allah’a kulluk,
kadere boyun eğiş, küçük mutluluklarla yetinme, ölümün yakınlığı, öte dünya
özlemi gibi bireysel konuları işler.
Dili gayet sade ve açıktır. 1940'a kadar hece ölçüsünü
kullanmış, bu dönemden sonra serbest şiirler de yazmıştır.
Şiirlerini Sebil ve Güvercinler, Geçen Zaman, Nefes
Almak adlarıyla kitaplaştırmıştır. Bunun yanında hikaye kitapları ve
Goncourt Kardeşler’den roman çevirileri de yapmıştır.
Cevdet KUDRET
Başlangıçta gençlik dönemindeki şiir anlayışının dışına
çıkmadan hece ölçüsüyle, bireysel duygularını ve karamsar iç dünyasını dile
getirmiş, sonra ölçüsüz fakat uyaklı şiirler yazmıştır.
Kendi yaşamını da yansıttığı roman, öyküleri ve oyunları
yanında onu daha çok tanıtan yapıtları, inceleme - araştırma eserleridir.
Eleştirel bir yöntemle açıkladığı konuları, gelecek
kuşaklar için hem aydınlatan hem tartışılabilecek olan bilgi kaynaklarıdır.
Cevdet Kudret Türkçenin sadeleşmesini istemesine rağmen
“Dilleri Var Bizim Dile Benzemez” adlı eserinde özleştirmenin sınırlanmamasının
doğru olmayacağını, yüzyıllardır kullanılan yabancı sözcüklere karşılıklar
bulmanın, ölü sözcükleri diriltmenin yararsız olacağını savunmuştur.
Birinci Perde adlı şiir kitabı; Tersine Akan
Nehir, Rüya İçinde, Kurtlar adlı oyunları;
Süleyman’ın Dünyası adı altında topladığı romanı; Sokak adlı öykü
kitabı;
Örneklerle Edebiyat Bilgileri, Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman, Orta Oyunu
adlı inceleme eserleri,
Türk Edebiyatı adlı ders kitapları vardır.
Yaşar Nabi NAYIR
Edebiyatımıza Yedi Meşalecilerle birlikte şair olarak
girdi. Zamanla bütün edebi türleri denedi.
Roman yazdı, manzum destan yazdı, inceleme ve gezi
kitapları çıkardı, makaleler, fıkralar yazdı.
Ancak edebiyatımızda bunlarla değil yayıncılığıyla
unutulmayacak olan sanatçı, asıl ömrünü verdiği Varlık dergisiyle anılacaktır.
Onun adıyla özdeşleşen en önemli yapıtı hiç kuşkusuz kırk sekiz yılını verdiği
bu dergidir.
Şiirleri yazıldıkları dönemin biçim özelliklerini yansıtır.
Ancak çevreyle ilişkileri olmayan, insan ve toplum üzerinde gözlemlere
dayanmayan şiirlerdir bunlar. Yazarın iç dünyasını yansıtmaktan da uzaktırlar.
Kahramanlar, Onar Mısra adlı şiir kitapları; Bir
Kadın Söylüyor, Adem ile Havva adlı romanları;
İnkılap Çocukları, Köyün Namusu adlı oyunları; Atatürkçülük Nedir,
Dost Mektupları gibi inceleme eserleri vardır.
Vasfi Mahir KOCATÜRK
Halk şiirlerinin biçimsel özelliklerinden yararlanarak hece
ölçüsüyle ulusal, epik, lirik şiirler yazmıştır. Manzum oyunlar da denemiş olan
Kocatürk, bir sanatçı olmaktan çok, edebiyatla ilgili kitap ve araştırmalarıyla
tanınmıştır.
Tunç Sesleri, Geçmiş Geceler, Bizim Türküler, Ergenekon
adlı şiir kitapları;
Yaman, Sanatkar adlı oyunları; Yeni Türk Edebiyatı, Divan Şiiri
Artolojisi, Türk Edebiyatı Tarihi adlı araştırma inceleme eserleri vardır.
Sabri Esat SİYAVUŞGİL
Fotoğraf gözlemciliğiyle çevresini gözler ve izlenimlerini
şiirine aktarır. Ancak Yedi Meşaleciler içinde başladığı şairliğe daha sonra
veda eder ve daha çok çevirilerle ve inceleme yazılarıyla edebiyat hayatına
devam eder.
En güçlü yanı çevirilerinde görülür. Ancak kendisi
mesleğinin psikoloji olduğunu ve mesleğine sadık kalabilmek için sevmesine
rağmen şiir yazmadığını söylemiştir.
Odalar ve Sofalar adlı şiir kitabının yanında
inceleme eserleri ve roman çevirileri vardır.
• • •
Nurullah ATAÇ
Edebiyatımıza eleştirileriyle büyük bir canlılık getirmiş
olan yazar, yeni bir nesir dilinin kurulmasına da öncülük etmiştir. Özellikle
yeni sözcükleri savunması yazılarında kullanması, onların yerleşmesini
sağlamıştır. O dönemlerde tartışılan konuşma dili mi arı Türkçe mi
tartışmalarında o ateşli bir şekilde arı Türkçeyi savunmuştur. Ataç’a göre halk
tarafından benimsenmiş olsa bile kökü bilinmeyen bütün sözcükleri Türkçeden
atmak gerekir.
Dildeki bu arı Türkçe fikrinde Ataç’ın çok samimi olduğunu
söylemek güçtür. Çünkü bunun yanında liselere Yunan ve Latin dili derslerinin
konmasını ve böylece dilimize bu dillerden sözcük girmesinin sağlanmasını ister.
Dolayısıyla onun savaşı yabancı sözcüklere değil Arapça ve Farsça sözcüklere
karşıdır.
Ataç yazı dilinin halka yaklaşmasını istemez. Ona göre
yazarlar halka ulaşmaya çalışmak yerine halka yeni sözcükler öğretmelidir. Hatta
bir an önce bütün Arapça, Farsça sözcüklerin karşılıklarının uydurulmasını
ister.
Yazarın, sağlam bir üslubu vardır. Konuşur gibi yazar,
özellikle devrik cümle kullanır. Böylece yazıya akıcılık getirir. Anlatımı rahat
ve inandırıcıdır.
Yazar, sanat hayatına şiirle başlarsa da onun gücü
nesirlerindedir. Özellikle deneme tarzını kullanmış ve bu türde başarılı
olmuştur. Yazılarını
Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz
Arasında, Okuruma Mektuplar adlarıyla yayımlamıştır.
Falih Rıfkı ATAY
Türkçeyi en iyi kullanan usta yazarlardandır. Süssüz,
yapmacıksız, ama son derece çekici bir üslubu vardır. Konuya doğrudan doğruya
girer, ne demek istediğini en uygun sözcükleri seçerek, en kestirme yoldan
açıklar. Türkçenin bugünkü ifade gücüne ulaşmasında payı büyüktür. O, ölünceye
kadar Atatürk devrimlerinin ön safında canla başla çalışmış, güçlü kalemini
Atatürk’ün emrinde kullanmıştır.
Falih Rıfkı, aslında fıkra ve makale yazarı olmasına rağmen
edebiyatımızda gezi yazılarıyla tanınmıştır. Kısa cümleli, fikir yüklü yazıları,
akıcı ve kuvvetlidir. Falih Rıfkı, meşrutiyet döneminde Ziya Gökalpçi, Kurtuluş
Savaşı’nda Anadolucu, savaştan sonra Atatürkçü’dür. Dilde sadeleşmeye gitmesine
rağmen halk dilinden ayrılmamış, uydurma kelimelere pek rağbet etmemiştir.
Eserleri arasında gezi yazıları önemli bir yer tutar.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Suriye ve Filistin’deki savaş anılarını
anlattığı
Ateş ve Güneş; Brezilya’yı anlatan Deniz Aşırı; Londra’yı
anlattığı
Taymis Kıyıları önemlidir. Bunlardan başka Zeytindağı, Bizim Akdeniz,
Tuna Kıyıları, Hind, Yolculuk Defteri adlı gezi yazıları vardır.
Atatürk’ün sözcülüğünü yapan yazar, onunla ilgili anılarını
Çankaya adıyla kitaplaştırır. Ayrıca Babanız Atatürk, Atatürk’ün
Hatıraları, Atatürkçülük Nedir, Bayrak gibi eserleri de vardır.
Memduh Şevket ESENDAL
Modern hikayeciliğimizin öncülerindendir. Ömer Seyfettin’le
aynı yıllarda hikayeler yazmasına rağmen bunları Cumhuriyet’ten sonra
yayınlamıştır. Siyasetle sürekli iç içe olan sanatçı, edebi kişiliğiyle siyasi
kişiliğini karıştırmamak için birçok eserini değişik takma adlarla
yayınlamıştır.
Esendal, hikayecilerimiz arasında en karışık, en dolambaçlı
meseleleri bile sadelik ilkelerinden vazgeçmeden anlatabilen en başarılı
sanatçıdır. Bu yönüyle modern hikayenin kurucusu Çehov’a benzer. Gündelik
yaşayışın içinden konuları rahatça çıkarır. Bu yönü, ağır konulara değer veren
çağdaşlarınca pek basit bulunmuş, ancak değeri sonradan anlaşılmıştır.
Onun hikayelerinin bir başka özelliği de, olayı geçmiş
zamana aitmiş gibi değil, şimdi oluyormuş gibi anlatmasıdır. Açıklama yolunu
bırakıp yaşama yolunu seçmiştir. Seçtiği kişiler öylesine canlı, öylesine
gerçektir ki her an karşılaşabileceğimiz biri gibi gelir bize.
Esendal küçük insanların, büyük davalar peşinde
koşmayanların, orta halli kişilerin, memurun, emeklinin, ev kadınlarının
hikayecisidir.
Yazar, özellikle hikaye ve roman alanında çalışmıştır.
Hikayelerini
Otlakçı, Mendil Altında, Temiz Sevgiler, Ev Ona Yakıştı adlarıyla
yayınladı. Yıkılan bir düzenden yeni toplum düzenine geçişi anlatan
Ayaşlı ve Kiracıları ve Vassaf Bey adlı romanları vardır.s
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
Doğru saydığı düşüncelere tutkuyla bağlanan, ancak en büyük
tutkusu şiir olan sanatçının en çok önem verdiği nitelikse içtenliktir.
Sanatçının yapıtlarında, ölçüden, uyaktan yoksun, yalnız
dizelerin sıralandığı şiirlerden tutun, hece dizeleriyle, dörtlük, beşlik gibi
kümeler halinde düzenli uyakları bulunan şiirlere de rastlanır.
Yazar, bazen oldukça katı bir öztürkçeci kesilir. Karşılık
bulamadığı kavramlara kendinden kelimeler türetir. Dillerin arınmasını,
ulusların hayal dünyalarının büyümesi olarak algılar. Şiirlerinin kimisi oldukça
açık ve yalın, kimisi de sembol yüklüdür. Bazen kapalılığa büyük önem verdiği
olur.
Sanatçı, birçok şiir kitabı yayımlamıştır. Çocuk ve
Allah, Dört Kanatlı Kuş, Asu, Hoo’lar, Aylam, Haydi adlı kitaplardaki
şiirlerin çoğu soyut, kapalı şiirlerdir. Epik tarzda yazdığı,
Çakırın Destanı, Üç Şehitler Destanı, Samsun’dan Ankara’ya, Kubilay Destanı
adlı şiirleri ünlüdür.
Ahmet Hamdi TANPINAR
Edebiyatın birçok dalında eser veren sanatçılarımızdandır.
Hemen tüm eserlerinde, zaman üzerinde durur. Romanda özel bir başarı gösteren
sanatçı Batı’daki gelişmeleri yakından izlemiştir. Romanlarında Doğu ve Batı
kültürlerinin kaynaştığı görülür. Bu kaynaşma hem histe hem fikirde hem de
sanatlarda kendini gösterir.
Romanlarında hitabete, nutuğa, telkine yer vermez.
Yapmacıksız, uydurmasız, konuşma diline has bir sözcük seçimiyle eser yazar.
Teşbih ve istiarelere bol yer vermişse de bunlar gereksizmiş hissini vermez.
Tanpınar’ın düşünce ve hayalle başkalaşan gözlemlerinin dolaştığı İstanbul
sokakları, camileri, çarşıları, harabeleri özellikle mütareke yıllarının
sıkıntıları, maddi, manevi yıkımları içinde geçmiş olan gençlik çağı, romanını
zevkli kılan sebepler arasındadır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında Cumhuriyet
döneminde değişen insanın iç buhranlarına değinir. Bu bunalımları anlatırken,
yazarın o dönemde Avrupa’da yaygın bir akım olan Egsiztansiyalizm akımından
etkilendiği görülür.
Huzur romanı ise başkahraman Mümtaz’ın tasaları,
duyuşları, düşünce ve rüyaları etrafında dönmektedir. Bir kültür bunalımının
sancıları ve sıkıntıları içinde bunalan kişiler, gerçek ile rüya arasında gider
gelir.
Tanpınar’da rüya çok önemlidir. Hemen tüm eserlerinde
rüyaya geniş yer verir. Rüyayı insanı rahatlatan önemli bir etki olarak görür.
Aynı özellikler
Mahur Beste, Aynadaki Kadın, Karşı Karşıya romanlarında da vardır.
Sanatçının rüyaya verdiği önemi Abdullah Efendi’nin
Rüyaları adındaki hikayelerinde de görürüz. Biraz sürrealizmden izler
taşıyan hikayeler, yazarın gerçeklerden kaçışını da ifade eder.
Şiir alanında da önemli çalışmaları bulunan Tanpınar, kendi
şiir dilini, rüya nazmının hakim olmasını istediği bir estetiğin içinde
aramıştır. Şiirlerindeki bazı söyleyişlerde sembolist izler görülür.
Biçim olarak belli bir kalıba bağlı kalmayan sanatçı,
şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmış, onda aruz sesi bulmaya çalışmıştır.
Şiirlerinde gerçekten kaçar, dinleniklik, sessizlik arar. Bunu da rüyalarda ve
musıkide bulur. Şiirlerinde toplum değil “ben” vardır. Dış dünya değil, şuuraltı
sezilir.
Tanpınar’ın deneme ve makaleleri de vardır. Özellikle
Beş Şehir adlı eserinde Ankara, Erzurum, Bursa, Konya, İstanbul’un
tabiatından kültürüne kadar tanıtıldığı görülür. Makalelerini
Yaşadığım Gibi adıyla kitap haline getirmiştir.
Edebiyat tarihi alanında da çalışmaları bulunan sanatçı
19. Asır Tür Edebiyatı Tarihi’ni yazmıştır. Değişik yazarlarla ilgili
biyografiler, mektuplar da bırakan Tanpınar döneminin yeri doldurulamaz bir
sanatçısıdır.
Mithat Cemal KUNTAY
Şiirlerinde aruz, geleneksel nazım biçimleri ve uyaklar
dışında, sözcüklerin yinelenmesi ve alliterasyonlarla uyum sağlamaya çalışan
Kuntay, söyleyişlerinde klasik şiirimizden kalma kimi deyiş ve örgüden
yararlanarak coşkulu olmak ister. Daha çok yurt sevgisi konularını işler.
Sanatçı, şiirlerinden çok, ilk kez 1938'de yayımlanan Üç
İstanbul romanıyla adını duyurmuştur. Kişilikleri başarıyla çizilen roman
kahramanları Adnan’la Belkıs’ın çevresinde gelişen olaylar, toplumsal tutku ve
düşüncelerle yansıtılır. İstanbul’un birbirini izleyen üç dönemini bütünüyle
yansıtmak isteyen yazar gözlerini hep kokuşmuşluğa dikmiştir. Yalnız kişisel
çıkarları peşinde koşanlar, ikiyüzlüler, jurnalciler vs.
Şiirlerini Şehname adlı kitapta toplamıştır.
Ahmet Kutsi TECER
Beş Hececilerden sonra heceye yeni ses ve söyleyiş
imkanları getiren Tecer, Faruk Nafiz’in yolundan yürümüştür. Önceleri bireysel
şiirler yazmış daha sonra memleket şiirlerine yönelmiştir. Hatta bunu bir
anlamda köy şiiri olarak gördüğü söylenebilir.
Folklorün ve aşık tarzı söyleyişin o dönemdeki en önemli
destekleyicisidir. Hatta Aşık Veysel’i keşfedip edebiyata kazandıran da odur.
Ahmet Kutsi’nin Koçyiğit Köroğlu, Köşebaşı, Bir Pazar
Günü, Satılık Ev gibi tiyatro eserleri de vardır. Bunların kimisi konusunu
köy ve şehir folkloründen almış, kimisinde ortaoyunu tekniği kullanılmıştır.
Köşebaşı’nda bir eski İstanbul mahallesini bütün havası, kişileri, töreleri ile
tanıtır. Koçyiğit Köroğlu’nda ise, ünlü destan kahramanı, hem maceraları hem de
insanlığı ve içtenliğiyle tanıtır.
Şiirlerini Şiirler adlı kitabında toplamıştır.
Ahmet Muhip DRANAS
Çağdaşları arasında Fransız sembolistlerinin ilham ve
duyuşlarına en çok yönelen sanatçıdır. Az fakat seçkin şiirleriyle dikkati
çeker. Hece ölçüsündeki durakları kaldırarak hece veznine yeni bir anlatış
getiren sanatçı, on iki on üçlü kalıplar kurmuştur. Söyleyişinde Baudlaire’nin
açık etkisi görülür. Hatta onun şiirinden çeviriler yaptığı, böylece söyleyişini
taklit ettiği söylenmiştir. Bunu sembollere, masallara bağlı kalmasında da
görüyoruz. Sembolistlerde olduğu gibi üç dört satır süren cümleler kurduğu
görülür. Kafiyeleri dikkatli ve olgundur.
Dranas asıl gücünü Ağrı, Olvido, Dağlara gibi
destansı şiirlerinde gösterir. İlk şiirlerindeki ince ve hayali kadınlar, yerini
zamanla
Fahriye Abla’ya bırakır.
Şiirde biçim kurallarına sımsıkı bağlıdır. Sanatı, bir ruh
disiplini olarak gösterir. Biçimi ise bir disiplinin yansıması diye niteler.
Şiirde Anadolu ağzına özgü söyleyişleri ilk kullanan da odur.
Sanatkarlığını, şiir alanında kullanan sanatçı şiirlerini
Şiirler adlı eserinde toplamıştır.
Cahit Sıtkı TARANCI
Hececi şiir geleneğini sürdürenlerdendir. Şiirlerinde
sürekli bir sıkıntı, hoşnutsuzluk, bıkkınlık sezilir. Haşim gibi o da kendinin
çirkinliğinden, sevilmediğinden şikayetçi olur. Şiir onu hayata bağlayan tek
yoldur sanki.
Şiirlerinde ölüm korkusuna çok yer verir. Ölümü bir türlü
kabullenemez. Hayatın bir gün yok olacağı düşüncesi onu perişan eder. Tüm
huzurunu kaçırır. Şiirinde kendinden başkası görülmez, oldukça
kişiseldir.Şiirlerinde hece ölçüsüne, kafiyeye son derece bağlı kalmış ancak
serbest şiirlere karşı da çıkmamıştır. Şiirde ses güzelliğine değer verir.
Şiirin bir kelime işi olduğunu, duygunun, fikirlerin, buluşların sonradan
geldiğini savunur.
Şairliği meslek edinen sanatçı, şiirlerini Ömrümde
Süküt, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel adlarıyla bir araya toplamıştır.
Şiir hakkındaki görüşlerini değişik makale ve denemelerle
gazetelerde açıklamış olan sanatçının, arkadaşı Ziya Osman Saba’ya yazdığı
mektuplar da yazarı tanıma açısından önemlidir.
Abdülhak Şinasi HİSAR
O hep geçmişte yaşayan biridir. Eserlerinde çoğu zaman
anılarını dile getirir. Eserlerini anlaşılması pek güç olmayan, iç içe
cümlelerle yazar. Çocukluk yıllarında, Boğaziçi’nde geçen gençlik anılarına sıkı
sıkıya bağlı olduğu için, çevresini saran büyük toplum olaylarına, savaşlara,
devrimlere ilgisiz görünür. Eserlerinde çoğunlukla hayatın geçiciliği, hiçliği,
her şeyin bir gün yok olacağı görüşünü yansıtır.
Onun eserlerini her yönüyle İstanbul oluşturur. Eski
köşkleri, yalıları, mehtapları, saz alemlerini, paşaları, beyleri çekici
üslupla, şaşırtıcı bir gözlemle anlatır.
Boğaziçi Mehtapları ile edebiyatımızın en güzel
mensur şiirlerini vermiştir. Ona göre Boğaziçi ancak şiirsel bir üslupla
anlatılabilir.
Yazar, anı, makale, monoğrafi, hikaye, roman türlerinde
eserler verdi.
Fahim Bey ve Biz romanında, Fahim Bey’in evini, çevresini, memurluklarına
dair türlü hayat aşamalarını, garip huylarını kimseye benzemeyen yanlarıyla
anlatmıştır.
Çamlıca’daki Eniştemiz romanında Deli Enişte denilen
Hacı Vamık Bey’in acayip hayatını anlatmıştır.
Boğazla ilgili diğer eserleri İstanbul ve Boğaziçi
Yalıları adlarını taşır.
Eserlerindeki titizlik, hüzün, hayal alemine sığınma
sanatçının hayatında da görülür. O, hayatı boyunca mikrop kapma korkusuyla
yaşamıştır. Bu nedenle, pişirilmediği için meyve yemez, evinden başka bir yerde
yatmaz, şoförünün kılık kıyafetini beğenmediği taksilere bile binmezdi.
Kemalettin KAMU
Şiirlerini çoklukla 7'li, 11'li, 14'li hece kalıplarıyla
yazar. Kafiyeleri uyumlu, söyleyişi yalın ve içtendir. Kişisel duyarlılığını
yurtseverlik coşkusu içinde dile getirmiştir.
Genç yaşta memleketten göç etmek zorunda kalışı onda derin
bir gurbet duygusu uyandırmış, bu nedenle çoğu şiirinde gurbet ve ayrılık
duygularını işlemiştir. Hatta şiirlerinde görülen duygusallığı bile buna
bağlamak mümkündür. Bu yüzden birçok şiirinde gurbet temasına rastlanır.
Ona bu yüzden “gurbet şairi” diyenler de olmuştur.
Hicret, Bingöl çobanları adlı şiirleri ünlüdür.
Halikarnas BALIKÇISI
Asıl ismi Cevat Şakir Kabaağaçlı olan yazarımız, deniz
edebiyatının ünlü hikaye ve romancısıdır. Halikarnas Balıkçısı bir yeni
çığırdır, bir güzel düşüncenin başlangıcıdır bizim için. Anadolu’nun eski
uygarlıklarını, bilinmezliklerini, Anadolu’yu, Anadolu insanını, kendimizi
onlarda bulacağımızı, ilk uygarlık ürünlerinin, gerçek düşüncenin, bilimin
Anadolu topraklarında filizlendiğini, boy attığını ondan öğrendik. Eski Anadolu
insanı ile günümüz insanı arasında kopmayan, için için sürüp giden güçlü bir
bağın bulunduğunu bize o anlattı.
Anadolu’nun her bucağında canlı bir öykünün bir mitolojinin
(efsane) yaşadığına inanır. Hikayelerinde sular konuşur, ırmaklar söyleşir,
pınarlarla denizler gülüşür. Onun dünyasında ağa, paşa, bilgin, soylu, gibi
yalancı ayrışmalar değil, yaşayan her tür insan vardır. Bu bakımdan o
hümanisttir.
Yazı hayatına gazetelere yaptığı çevirilerle giren sanatçı,
yaptığı bir çeviri yüzünden İstiklal Mahkemeleri’ne düşmüş ve ceza olarak
Bodrum’a sürülmüştür. Bütün hikaye ve romancılığı orada başlar. Romanlarının
tümünde Ege’yi ve oranın insanlarını anlatır.
Sanatçının en tanınmış eserleri Aganta Burina Burinata,
Ötelerin Çocuğu, Uluç Ali Reis, Turgut Reis, Deniz Gurbetçileri adlı
romanları,
Ege Kıyılarından, Merhaba Akdeniz, Egenin Dibi, Gülen Ada adlı hikaye
kitapları,
Anadolu Efsaneleri, Anadolu Tanrıları adlı mitolojik eserlerdir.
Sait Faik ABASIYANIK
Hikayeciliği meslek edinen ve modern Türk hikayeciliğinin
en önemli temsilcilerinden biridir. Özellikle denizle ilgili hikayelerinde
başarılıdır. Hikayelerinde serim-düğüm-çözüm gibi klasik bölümler bulunmaz. En
küçük bir olayı bile hikayeleştirebilir.
Sait Faik, gözleme değer vermiş, olayları, kişilerin
davranış ve konuşmalarını gözlemlerine dayanarak sergilemiştir.
Yaşamı gibi anlatımında da özgürlüğü yeğlemiştir. Dil ve
anlatımdaki kimi cümle ve sözlerde kurallara uymama, yabancı ve uygunsuz
sözcükleri seçme onun bu yönüne verilebilir. Bunlara bir de görünüşte realist
olan yazarın psikolojik tahlillerde sürrealist bir çizgiye varması da
eklenebilir.
Yazar, hayatı bir bütün olarak kavramak ve anlatmak
istemiştir. İnsanın yaşadığı, yaşayabileceği hiçbir duyguya kapalı kalmamıştır.
Her duyguda sevginin taşıyacağı gerçek ahlakı savunmuştur. Yaşadığının bedelini
ödeyen bir insanın onurlu ahlakını savunmuştur.
Hikayelerindeki şahıslar görünüşleriyle iç dünyaları farklı
kişilerdir. Sert, aksi, donuk, nüfuz edilemez görünmek isterler. Ruhlarının
derinliklerinde ise çocukluğu, temizliği, yakınlığı saklarlar.
Yazar, İstanbul’un sokaklarında, meydanlarında dolaşır,
kahramanını arar. Onu kalabalıkların içinde, köşebaşı kahvesinde, yolcu
vapurlarının güvertesinde bulur. Onun yaşam yollarını kendi düşüncelerinde
bulur. Okuyucuyla yazar arasında bir dostluk kurulur öykülerinde. Bunu, sıcak
dili ve onlardan biri olduğunu göstererek başarmıştır.
Edebiyatımıza birçok hikaye kazandırmıştır. Semaver
hikayesinde bir fabrika işçisinin basit hayatını anlatır.
Şahmerdan ve Sarnıç hikayelerinde Adapazarı’ndan, Avrupa’daki
günlerinden izlenimler yer alır.
Son Kuşlar’da kuş avcılığını meslek edinen acımasız bir Rum’dan söz eder.
Diğer hikayeleri
Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Kumpanya, Havada Bulut, Alemdağ’da Var Bir
Yılan adlarını taşır.
Yazarın ayrıca Medar-ı Maişet Motoru, Kayıp Aranıyor
adlı romanları da vardır.
Şiir türünde de eser veren sanatçının şiirleri serbest
biçimdedir ve biraz sürrealisttir.
Şimdi Sevişmek Vakti adlı şiir kitabı vardır.
Sabahattin EYÜBOĞLU
Kültür dünyamızda benzerine kolay rastlanamayacak
kişiliklerden biriydi. Onun önemi geride bıraktığı yapıtlarından çok, kişilik
özellikleri, çalışma biçimiyle benzersiz oluşuydu.
Sanatsal yaratıcılığın, kaçınılmaz olarak bireyciliği öne
çıkarmasına karşın o kendini birey olarak öne çıkaracak eylemlerden geri
durarak, ileri adımları hep başkalarıyla birlikte, yanına o işin kimi zaman
heveslilerini, kimi zaman ustalarını alarak gerçekleştirmeyi yeğledi,
paylaşmadan aldığı tatla...
Sabahattin Eyüboğlu bir şairdi. Kendini şiire verse, çağdaş
şiirimizin önemli adlarından biri olurdu, ama hiç şiir yazmadı. İçindeki şiir,
yaptığı şiir çevirilerinde, düz yazılarında ortadadır. Sabahattin Eyüboğlu, bir
deneme - eleştiri ustasıdır.
Ele aldığıkonuları, berrak, ışıldayan bir Türkçeyle,
okumanın bir güzellik, bilginin bir gereksinim olduğunu duyurarak işlemiştir.
Gelgelelim yaşamı boyunca yayımladığı, Mavi ve Kara
adlı incecik bir kitaptan başka deneme kitabı yayımlamamış, çoğu gazete ve dergi
sayfalarında kalan deneme yazıları ölümünden sonra bir araya getirilerek
yayımlanabilmiştir.
GARİPÇİLER
1940 sonrası Türk şiirinde önemli izler bırakan Garip
akımını Orhan Veli kurar. Ona Oktay Rıfat ve Melih Cevdet destek verir.
Bu akıma göre şiirde basitlik ön plandadır. Şiir hayata
yaklaştığı sürece başarılıdır. Vezin, kafiye, nazım şekli şairin elini kolunu
bağlayan gereksiz unsurlardır. Şiir serbest olmalı hayatın canlılığını
yansıtmalıdır. Şiirin ahengini sağlayan, bu bağlar değil sözcüklerdir. Şiirde
mecazlı söyleyişlerden kaçınılmalıdır. Sanatlar, şiire bu zamana kadar bir şey
kazandırmamıştır. Şiir, yüksek zümrenin malı olmaktan çıkarılmalıdır. Yeni
şiirin beğenisi mutlu sınıfı oluşturanların değil bir lokma ekmek için
didinenlerin şiiridir. Onlara hitap edecektir.
Şiiri en öz, en yalın halde bulmak için bilinç altına
yönelen Garipçiler kendilerinin sürrealist akıma yaklaştığını söylemişlerdir.
Garipçilerin şiir anlayışları şiir dünyasına bomba gibi
düşmüş, eleştirenler olduğu gibi destekleyenler de olmuştur. Ancak şiirin bu
kadar basit olmadığını savunanlar sonunda haklı çıkmış, önce Oktay Rıfat ve
Melih Cevdet kapalı, imgesel şiire yönelmiştir.
Orhan Veli KANIK
Şiir görüşlerini yukarıda söylediğimiz sanatçı, şiirlerinde
sağladığı ahenkle etkili olmuştur. Süleyman Efendi’nin nasırıyla ilgili şiiri
alay konusu olmuş, o ise bunun Sultan Süleyman’a yazılanlardan farklı olmadığını
savunmuştur. Onun şiirlerinde yaşayışındaki avarelik görülür.
Ölümünden sonra “Bütün Şiirleri” adıyla yayınlanan
şiirleri,
Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı adlarıyla yayınlanmıştır.
Bunların dışında manzum olarak yazdığı La Fontaine
Masalları, Nasreddin Hoca
Hikayeleri vardır. Düzyazılarının çoğu Yaprak dergisinde
yayınlanmıştır. Tercüme şiirleri de vardır.
Oktay RIFAT
Şiiri toplum dertlerine çare arayan bir uğraş olarak görür.
Orhan Veli’nin ölümünden sonra halk için sanattan biraz ayrıldığı görülür.
Folklora, halk deyimlerine yer verir. Fabllere yönelir.
Şiirlerinde çocukluk anılarına ve çocuksu duygulara büyük
yer veren sanatçıda realist ve sürrealist çizgiler birliktedir.
Şiirden başka tiyatro alanında da eserler veren sanatçının
Kadınlar Arasında adlı eserinde mirasyedi bir paşa oğlunun yoksul
bıraktığı annesi konu edilir.
Oyun İçinde Oyun adlı tiyatroda ise Karagöz ve Ortaoyunu’ndan alınan
konuları işlemiştir. Bunların dışında oynanan ancak yazıya geçirilmeyen eserleri
de vardır.
Melih Cevdet ANDAY
Biçim ve içeriğiyle çok değişik özellikler gösterir.
1940'ların açık anlaşılır dili, 1950'lerden sonra imgelerle yüklü kapalı bir dil
halini alır. Sözcük seçiminde dil devrimi ilkelerine uyar ve gerektiğinde
kendisi sözcük üretir.
İlk şiirlerinde görülen romantik özelliklerden sıyrılarak,
şiiri duygulardan çok aklın egemenliğe, güzel günlerin özlemine bırakır. Söz
oyunlarından kaçar, yalın bir dili işler. Düzyazılarında, çoğunlukla yoğun bir
düşünce, şiirsel, esprili, özlü bir dili vardır. Dizelerinin toplumcu, somut
yapısı duygularını mantıksal bir güçle düzyazıya sürükler.
Fıkra, makale, deneme, çeviri, gezi, roman, tiyatro,
türlerinde yazmakla beraber ısrarla şiir üzerinde durur.
Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane, Yan Yana, Kolları Bağlı Odysseus, Göçebe
Denizin Üstünde, Teknenin Ölümü gibi şiir kitapları;
Doğu-Batı, Konuşarak, Yasak adlı denemeleri; Aylaklar, Raziye adlı
romanları; gezi yazıları, tiyatro yazıları vardır.
• • •
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU
Aslında bir ressam olan sanatçı, halk kültüründen büyük
esinlemeler taşır. Şiirde biçim, ölçü, uyak kaygısından uzaktır. Dizeleri yalnız
söyleyişe uygun düşen doğallıkla yazılır. Gözlemlerinden, halkın deyişlerinden,
beğenisinden aldığı motifler içtenlik ve coşkuyla kaynaşarak şiir haline gelir.
Ressamlığın verdiği bakış açısıyla şiirde renklerle tablo
çizilir. Mesela, halk şiirine, deyişlere duyduğu hayranlık şiirlerinde kendine
özgü bir bileşimle ortaya çıkar, uzun süre akıldan çıkmayacak, her fırsatta
hatırlanacak dizeler oluşturur.
Şiirlerini Yaradana Mektuplar, Karadut, Tuz, Dol
Karabakır Dol, Yaşadığım Aşklar adıyla yayımlamıştır. Deneme, söyleşi ve
gezi yazılarını
Canım Anadolu ve Tezek adlarıyla kitaplaştırmıştır.
Çoğu plastik sanatlarla ilgili sanat yazıları ise Deli
Fişek, Resme Başlarken adlarıyla kitaplaştırılmıştır.
Necati CUMALI
Sanatçı şiir, hikaye, roman, tiyatro gibi türlerde eser
vermiştir. Sanata şiirle başlamış sonra düzyazıya geçmiştir. Yaşama sevinciyle
yüklü, günlük izlenimlerin özelliklerini anlatırken, köylüyü, halkı, Anadolu’nun
çaresizliklerini de konu olarak işlemiştir.
Yazar, çoğu zaman iyi tanıdığı insanları yazmayı
amaçlamıştır. Süssüz, mecazsız, duru, iç ve dış gözlemi kuvvetlice yansıtan bir
dili vardır. Sağlam bir konuşma diliyle yazdığı şiirlerinde kısa dizeler
kullanmaya özellikle özen gösterir. Şiirlerinde ölçü ve kafiye kullanmamıştır.
Cumalı son yıllarda şiiri azaltmış, daha çok hikaye, oyun
ve roman yazmıştır. Bunlarda, özellikle oyunlarda toplum dertlerini belli
açılardan görmüş, çatışmacı bir yol izlemiştir.
Nalınlar oyununda sosyal çatışmayı, Susuz Yaz adlı hikayesinde
toplumsal gerçekçilerin üslup ve mücadele tarzlarını benimsemiştir.
Şiirlerini, Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkıları,
Mayıs Ayı Notları, Güzel Aydınlık, Yağmurlu Deniz, Başaklar Gebe adlı
kitaplarda toplamıştır.
Yazarın, Yağmurlar ve Topraklar, Zeliş, Acı Tütün, Aşk
da Gezer, Dila Hanım adlı romanları ve
Boş Beşik, Derya Gülü adlı tiyatro eserleri de vardır.
Behçet NECATİGİL
Bir arayış, yeni bir şiir dili kurma amacıyla ilk
eserlerinden sonuncuya değin bir gelişme içinde olan şair, önceleri Orhan Veli
grubunun kurduğu şiir yolunda gitmiştir.
İçe dönük kişiliğine karşın, şiirlerinde, kendi evinden
başlayarak öteki evleri, sokağı, çevreyi giderek dış dünyayı ve toplumu,
sorunlarıyla kavramaya, irdelemeye yönelmiş, algılamaya çalışmıştır.
Onun şiirinde değişen özellikler görülür. Önce doğal,
yalın, sonra yer yer alaca ya da kapalı olan söyleyiş vardır. Şiirlerinde
duygudan çok düşünce, sembol vardır. Bu yönüyle önceleri benzediği Garipçilerden
tamamen ayrılmıştır.
İlk şiir kitabı Kapalı Çarşı’da şair geleneksel
şiirin etkisindedir. Biçim, kafiye, ölçü vardır. Söz sanatlarına yer vermiştir.
Çevre’de biçimsel özgürlüğe geçmiştir.
Yaşadıklarından, gözlemlerden yararlanmıştır.
Evler kitabında tamamen toplumsal olaylara değinmiş,
küçük aileleri gözlemleriyle aktarmıştır.
Divançe adlı kitabında ise Necatigil modern
yorumlarla gazel ve kasideler yazmıştır. Ancak bir süre sonra yönelimi değişmiş,
oldukça kapalı felsefik şiirler yazmıştır. Bunların adları bile gariptir.
İki Başına Yürümek, Belki Yazdı bunlardan birkaçıdır.
Asıl uğraşı şiir olan sanatçının radyo oyunları, edebiyat
sözlükleri ve çevirileri vardır.
Cahit KÜLEBİ
Şiirde yeni bir romantizm oluşturduğunu söyleyen şair
aslında çoğu zaman realisttir. Toplumcudur, hayale yer vermez. Şiirlerinin
kaynağı milli sanattan gelir. Yurdun perişanlığını, Anadolu insanının
bahtsızlığını, sefaletini bir ideoloji olarak sergileyen toplumculardan
değildir. Anadolu’yu yadırgamamış, onu sevmiştir. Orhan Veli’nin alaycı, Fazıl
Hüsnü’nün destansı, Behçet Necatigil’in kapalı şiirlerinin ortasında o açık,
gerçekçi, iyimserdir.
Biçim yönünden serbestliği savunmuştur. Heceyi pek
kullanmasa da kafiyeyi bir ses unsuru olarak çoğu zaman kullanmıştır. Şiirlerine
halk deyişleri, halk türküleri bir alt yapı gibi sinmiştir.
Şairin, Adamın Biri, Rüzgar, Atatürk Kurtuluş Savaşında,
Yeşeren Otlar, Süt, Şiirler, Yangın adlarında şiir kitapları vardır.
Şiirleri ve şiir üzerine düşüncelerini Şiir Her Zaman
kitabında, anılarını
Sevda Dolu Yolculuk adıyla yayınlamıştır.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Şiirde felsefik söyleyişlere büyük değer veren sanatçı,
şiirlerinde metafizik, soyut konulara yer vermiştir.
Ona göre şiir, duygu ve düşüncenin tam bir uyuşmasıdır.
Üstün sanatçı biçimden, kafiye ve ölçüden korkmaz. Onları atmaya kalkmaz, her
dize ve kelimesinde eski kalıpları yenilemek gücü gösterir. Bütün mesele iç
şekli bulmaktır; fakat bunun gerçeği dış şekildir.
Necip Fazıl’ın ilk şiirlerinde, Halk ve Tekke şairlerine
ait biçim ve özlerin, çağdaş bir içerikle yenileştiği görülür. Bunlarda Faruk
Nafiz’in üslubunun etkileri vardır.
Önceleri dini havadan uzak şiirler yazmış, sonraları ise
Allah yolunu anlatmayı amaç edinmiş, sanatı inançlarının sesi haline
getirmiştir.
Bütün şiirlerini heceyle yazmış ve biçime ısrarla bağlı
kalmıştır. Felsefi duygularını fikir kuruluğuna düşmeden şiirde eritmiş, kolay
anlaşılan ancak yorum gerektiren söyleyişler kurmuştur.
Döneminde düşüncelerinin kabullenilmediğini bildiği için,
karşısındakileri kırıcı, rencide edici hatta bazen hakaretlere varan sözlerle
aşağılamaya çalışmıştır.
Yazar birçok türde eser vermiştir. Örümcek Ağı,
Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Çile, şiir kitapları;
Tohum, Bir Adam Yaratmak, Künye, Satırbaşı, Para, Reis Bey, Ahşap Konak
gibi tiyatro eserleri;
Çöle İnen Nur, Büyük Doğu’ya Doğru, Çerçeve, İdeologya Örgüsü gibi fıkra
ve makalelerinin toplandığı eserler ve daha birçok biyografi eserleri vardır.
Peyami SAFA
Modern Türk romanının en usta yazarlarındandır. Özellikle
psikolojik roman türüne ağırlık vermiştir.
Safa, bir tahlil romancısıdır. Yani kişilere ve eşyaya
psikolojik bir dikkatle bakar. Şuur ile şuuraltını birleştirir. Maddi, manevi
ıstırap dolu hayatları, hasta beden ve ruhları, ahlak bunalımlarını, kişi,
toplum çatışmalarını, vicdan azaplarını, yalnızlık duygularını konu edinir.
Ona göre romanın yaşanmış olması gerekmez, yaşanırken
meydana getireceği ruh ve düşünce hallerinin ifade edilmesi yeterlidir. Onun her
romanında kendinden bir parça vardır.
9. Hariciye Koğuşu’nda yazar bir bakıma kendi
başından geçen bir kemik hastalığını konu edinir.
Yeni bir dünya kurmak rüyası Safa’nın çoğu romanında
vardır.
Mahşer’de Nihat, Matmazel Noralya’nın Koltuğu’nda Ferit,
Yalnızız’da Samim ve
Biz İnsanlar’da Orhan gibi.
Sözde Kızlar, Şimşek, Mahşer, Bir Akşamdı, Canan,
Fatih-Harbiye, Bir Tereddütün Romanı, Yalnızız, Biz İnsanlar, Matmazel
Noralya’nın Koltuğu, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu önemli romanlarıdır.
Geçimini kalemiyle sağlayan sanatçı aynı zamanda değişik
gazetelere yazılar yazmış hatta Server Bedii takma adıyla romanlar, fıkralar
yazmıştır.
Arif Nihat ASYA
İkinci kuşak hececilere çağdaş olmakla birlikte, vezin
bakımından bir kararlılık göstermeyerek, aruzu, heceyi ve serbest biçimleri aynı
ustalıkla kullanmıştır. Her türlü yeniye açık olduğu gibi, her kıymetli eskiye
de bağlı bu çok renkli sanatçıyı belli bir gruba dahil etmek zordur. Önceleri
romantik bir Turancılık havası taşıyan milliyetçiliği, daha sonra Anadolu’nun
cefa, çile, haksızlık dolu fakat aynı ölçüde mertlik, asalet, ruh ve şiir
kaynağı olan varlığına yönelmiştir. Ayrıca Osmanlı tarihiyle ilgili şiirlerinin
yanında dini şiirler de yazmıştır.
Sayısı otuzu bulan kitapları arasında, Heykeltraş,
Yastığımın Rüyası, Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor önemli şiir kitaplarıdır.
Muhsin ERTUĞRUL
Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucusudur. Tiyatroyu bilinçli,
sağlam temeller üzerine kuran; halka ulaştırmak için yılmadan emek harcayan en
büyük tiyatro adamlarımızdan biridir. Tiyatro sanatçısı olmasının yanında, bu
konuda en güçlü yazılar yazmış bir fikir adamımızdır. Türkiye’nin dört bir
yanına tiyatro açarak halkı eğitmeyi amaçlamıştır.
İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim adlı kitabında yazılarını
toplamıştır. Bunun dışında
Renkli Fener, İhtilal, Baba, Söz Söyleme Sanatı adlı çeviri eserleri de
vardır.
Tarık BUĞRA
Cumhuriyet döneminin hikaye ve romancısıdır. Toplum
çatışmalarını psikolojik açıdan görür. Sanatın gerçekliğini toplumsal
gerçekliğin karşısına çıkarır. “Siz sanat toplum içindir, diyenlere aldırış
etmeyiniz; onların en kabadayıları bile, sanat sanat içindir, diyenler kadar
cemiyete mal olmamışlardır.” der. Sanatın amacı insanı yükseltmek olduğu halde,
sosyal gerçekçilerin, sanatı bütün değerinden soyarak alçalttıklarını savunur.
Toplumsal sorunları, bireysel ahlak yönünden alır. Şiirli, akıcı, yoğun bir
anlatımla, izlenimlerle çevre, kişi ve olayların soyut derinliğine iner. “Hikaye
de, roman da, tiyatro da dille yaşar. Dilin mükemmel, yani değişmez haline
yaklaştıkça yaşar.” düşüncesiyle şive taklitlerinden, standart dilin dışında
kalan, gelip geçici dil görüntülerinden kaçar. Fıkra, gezi notları, hikaye,
roman ve oyun türlerinde eserleri vardır.
Yalnızların Romanı, Küçük Ağa, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uyku Arasında,
Siyah Kehribar, Oğlumuz gibi roman ve hikayeleri;
Gagaringrad adlı gezi yazısı; Gençlik Türküsü adlı fıkralarını
derlediği eseri;
Düşman Kazanmak Sanatı adlı edebiyat yazıları vardır. Ayrıca İbiş’in
Rüyası adlı romanı tiyatroya uyarlanarak sahnelenmiştir.
Kemal TAHİR
Cumhuriyet döneminin köy ve köylü gerçeklerine eğilen
romancılarındandır.
Köyü, köylüyü, kuvvetli bir gözlemle, şehirlilerle
köylülerimizin evrimini, yöresel renkleriyle anlatır. Cezaevlerinde tanıdığı
insanlar, sürgünde bulunduğu köy çevreleri, ele aldığı konuları yalnız sanatçı
sezgisiyle değil, bilimsel bir yöntemle, köy gerçeklerini anlatmasıyla diğer
romancılardan ayrılır. Romanları, “nehir roman” niteliği taşır.
Her romanı günümüzün köy - şehir yaşantılarını, tarihsel ve
toplumsal gelişmeleri içinde ele alan bir diğer romanının devamı gibidir.
“Sahici Türk romanı işçimizle köylümüzün realitesinden çıkacaktır.” görüşünü
savunur. Not olarak derlediği sözcüklerle, deyimlerle, cümlelerle, araştırma ve
kültür zenginliği ile İstanbul şivesinin kaynaşmasından doğan canlı, rahat bir
anlatımla yazar.
Şiir denemeleriyle, dedektif ve macera romanlarıyla takma
adla yaptığı çevirilerle yazı hayatına atılmış; hikaye ve romanda karar
kılmıştır.
Sağırdere, Esir Şehrin İnsanları, Körduman, Rahmet Yolları Kesti, Yediçınar
Yaylası, Yorgun Savaşçı ve
Devlet Ana en önemli romanlarıdır.
Eflatun Cem GÜNEY
Halk masallarımızın, halk hikayelerimizin efsanelerimizin
geleneksel yapısını, ruhunu bozmadan bunlara modern bir sanat niteliği
kazandıran usta bir masalcımızdır. Taşra gazetelerinde fıkralar yazmış, sonunda
folklorda, masalda karar kılmıştır. Yıllarca yurdun dört bucağından topladığı
folklor malzemesini titiz sanatçı ruhuyla işleyip değerlendirmiştir. Yazdığı
60'ın üzerinde kitabın 30'u masaldır. En tanınmış eserleri şunlardır.
Meltem Sesleri (Şiir kitabı), Sabırtaşı, En Güzel
Türk Masalları, Zümrütanka, Açıl Sofram Açıl, Bir Varmış Bir Yokmuş, Evvel Zaman
İçinde, Dede Korkut Masalları, Kerem İle Aslı, Az Gittim Uz Gittim...
İKİNCİ YENİLER
Birinci Yeni, başka adıyla Garip Akımı, şiirselliği ve
geleneksel kuralları, baştacı edilenleri yadsıyarak şiirde halka ve yalına
yönelen, biçim, öz, söyleyiş yenilikleri getirmişti. Ne var ki yaklaşık on yıl
sonra, şiirde, şiirsellik, duyarlık, duygu, düşlem ve imge aranır oldu. Batı’da
geliştirilen “soyut”, “imgesel” benzeri niteliklerle yazmak gibi yeni arayışlara
gidildi. Bu, İkinci Yeni’nin doğmasına zemin hazırladı.
Bu şiirin temsilcilerinden olan İlhan Berk şiirin
özelliklerini şöyle açıklamaktadır. “Şiirin ögelerini, ilkelerini saptamak,
kendi ilkelerinin dışındaki bütün öbür araçları atmak, şiiri şiir olarak
düşünmek, İkinci Yeni Şiir, ilk bunu düşünüyor.”
“Şimdiye değin anlamın bir yönü biliniyordu: Akla bağlılık.
Oysa şiirin en yüce ögesi aklı allakbullak etmesi, onu yıkmasıdır.”
Bu şiirin diğer bir temsilcisi Edip Cansever ise: “Şiirin
değeri okuyucunun çağrışım gücüne bağlı olmalı.” der.
Ece Ayhan ise İkinci Yeni’nin ne yapmak istediğini şöyle
özetler: “İkinci cepheyi açmak, akıl dışında da bir anlam olduğunu savunmak,
şiirin kuralları konusunda yıkıcı davranmak, anlamsızlığın anlamına doğru
gitmek. Bu gerçekleri dil kurallarıyla sınırlayamadığımız için dili aşmak,
kelimeleri anlamından kurtararak, yeni özün sonucu olan yeni biçimi, yeni
biçimin de zorunlu sonucu olan yeni özü getirmek.”
Başlangıçta bir topluluk olarak ortaya çıkmayan, bildirgesi
bulunmayan, dahası kimi ilkeler üzerinde birleşmeden yalnızca Birinci Yeni’yi
yeterli görmeyerek şiirde, herbirinin kendi aradığını gözettiği bu şairleri bir
ad altında toplamak gerekiyordu; İkinci Yeni adı bulundu. Bu grup çok uzun
soluklu olmadıysa da, geniş okuyucu bulamadıysa da Türk şiirine yeni boyutlar
kazandırdı. Temsilcileri ise İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal
Süreyya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç’tur.