BATI EDEBİYATI VE AKIMLAR
Batı edebiyatından etkilenen aydınların
oluşturduğu yeni edebiyata geçmeden önce, aydınlarımızı derinden
etkileyen Batı edebiyatını genel yönleriyle bilmeliyiz. Özellikle Batı
şair ve yazarlarının savunduğu ve bizim aydınlarımızın da değişik
yönlerden temsil ettiği edebiyat akımlarını bilmeden Tanzimat, Servet-i
Fünün ve diğer dönemlerin düşünce dünyalarını anlayamayız. Bu nedenle
Batı etkisindeki Türk Edebiyatına geçmeden Batı edebiyatı ve akımları
inceleyeceğiz.
BATI EDEBİYATI
Batı’ya açılan Türk aydınları Batı’nın 19.
yüzyıldaki edebiyatıyla tanışmışlardır. Bu da Romantizm, Realizm
dönemlerine denk gelir. Ancak Batı’daki bu edebiyat anlayışları da
kendinden önceki anlayışlardan bir etkilenme sonucunda meydana
gelmiştir. Bu nedenle 19. yüzyıla gelinceye kadarki önemli Batı
ürünlerinden söz etmeliyiz.
Batı edebiyatlarının temelini Yunan ve Latin edebiyatları oluşturur.
Yunan edebiyatında İlyada ve Odise destanlarıyla
Homeros, trajedileriyle Aiskhilos, Sophokles ve Euripides,
komedileriyle Aristophanes, tarih eserleriyle Heredot, Felsefe
eserleriyle Eflatun, Aristoteles, fablleriyle Aisopos kendinden
sonrakileri etkilemiştir. Yunan edebiyatı M.Ö II. yüzyılda biter.
Latin edebiyatı ise Yunan edebiyatının bitiminde
başlar. Söylev dalında Cicero, pastoral, epik ve lirik şiirde
Virgillius yetişmiştir.
Bu şairin ayrıca ünlü Aeneis (ene) adlı destanı
vardır. Satirik ve didaktik şiirde Horatius tanınır. Felsefe ve
trajedide ise Seneca kalıcı eserler bırakmıştır.
Bu dönemlerden sonra Avrupa’da yaklaşık 1000
yıllık bir karanlık devir başlar. Bu dönem içinde kayda değer pek bir
edebiyat çalışması görülmez. Bu sessizlik Rönesans devrine kadar sürer.
Rönesans’ın beşiği İtalya’da 13. yüzyılda Dante ortaya çıkar ve İtalyan
dilini bir edebiyat dili haline getirir.
Dante’nin en önemli eseri “İlahi Komedi” dir. Eser
öbür dünyada Dante’nin yaptığı 7 günlük seyahati anlatır. Cennet,
Cehennem ve Araf’tan bahseder. Dante ayrıca Beatrice adlı sevgilisi
için yazdığı şiirlerle tanınır. O, bu ismi bir sembol haline
getirmiştir.
Rönesans döneminde ayrıca lirik şiirleriyle
tanınan Petrarca ve küçük hikaye türünün kurucusu sayılan Boccacio
Avrupa edebiyatının temelini oluşturur. Rönesans döneminin destan
türündeki en büyük yazarı ise Kurtarılmış Kudüs adlı destanın yazarı
Tasso’dur.
İtalyan edebiyatındaki bu parlak dönemden sonra
Fransız edebiyatı etkisini göstermeye başlar ve 20. yüzyıla kadar süren
edebiyat hareketlerinin merkezi Fransa olur.
Fransız edebiyatı, Klasisizm döneminden önce,
Hümanizm adı da verilen bir hür düşünce ortamı yaşamıştır. Özellikle
Montaigne denemeleriyle, Ronsard şiirleriyle, Rabelais ilk roman
denemeleriyle yeni bir anlayışın müjdelerini vermiştir. Bundan sonra
birbirini izleyen edebiyat toplulukları, edebiyat akımlarını
oluşturmuştur.
EDEBİYAT AKIMLARI
Edebiyat akımı, aynı görüşte olan sanatçıların bir araya gelerek, belirledikleri ilkeler doğrultusunda eser vermeleri demektir.
KLASİSİZM
XVI. yüzyılın ikinci yarısında dili yabancı
etkilerden kurtarıp şiir kurallarını saptamaya çalışan Malharbe ile
başlayan Klasisizim özellikle XVII. yüzyılda gelişmiştir.
Akımın Oluştuğu Ortam
Fransa’da 17. yüzyılın ikinci yarısında, iç
kargaşalıklar sona ermiş, derebeylik ve kilise direnişleri kırılmış,
soylular sarayın buyruğuna girmiş ve monarşi güçlenmişti. Siyasal
alanda görülen bu düzen ve kurala uygunluk etkisini edebiyatta da
göstermeye başlamış, hatta dilin ve edebiyatın kurallarını saptamak
üzere Fransız Akademisi kurulmuştu. Ayrıca filozof Descartes’ın
Rasyonalizm felsefesi sanatçılarda müsbet düşüncenin temellerini
atmıştı.
Akımın Felsefesi
Klasisizm’in temelini akıl ve sağduyu oluşturur.
“Düşünüyorum, öyleyse varım.” diyen Descartes’a göre insan aklının
kabul etmediği hiçbir şey doğru değildir. Aşk, kin, nefret, acıma gibi
duygular aklın kontrolünde olduğu sürece insancıldır. İnsan
aşırılıklardan sakınmak, tutkularına iradesi ile yön vermek zorundadır.
Dolayısıyla böyle bir insan erdemlidir ve anlatılmaya değer. Akımın
kurallarını belirleyen Boileau “Aklı seviniz, eserleriniz görkem ve
değerini akıldan alsın.” diyerek klasik eserin felsefesini açıklamıştır.
Akımın Konusu
Klasik edebiyatta konu çoğu kez tarihten hatta
mitolojiden alınır. Özellikle Yunan ve Latin edebiyatlarında görülen
konular tekrar tekrar işlenmiştir.
Çünkü klasik sanatçıya göre gelmiş geçmiş en
mükemmel sanat, eskiye ait olandır. Dolayısıyla, eski Yunan’da görülen
insan tipi tekrar ele alınmıştır. Ancak bu insan, fiziğiyle, çevresiyle
değil ruhsal özellikleriyle anlatılmıştır. Yani hırslılığı, cimriliği,
kindarlığı yönüyle ele alınmıştır.
Klasisizm’de görülen insan, sıradan bir insan
değildir. Eğitim görmüş soylu bir insandır. Bu insan belli bir toprağın
malı değil evrenseldir. Yani eserde insanların tümünde görülebilen,
zamanla değişmeyecek özellikler anlatılmıştır. Soylu insanın “bozuk
çıkmış nüshaları” saydıkları sıradan kişilere eserlerde yer
verilmemiştir.
Akımın Dili ve Üslubu
Klasisizm’de yazar olayları anlatırken kendini
gizler. Kendi duygularını, zaaflarını, tutkularını, sırlarını
söylemekten kaçınır. Ona göre eser yazarın iç dökme yeri değildir.
Okuyucunun ya da seyircinin dikkati sadece konu içindeki tipler
üzerinde toplanmalıdır.
Eserde biçim mükemmelliği aranır. Anlatılmak
istenen, açık ve net bir biçimde ortaya konmalı, gereksiz sözlerden
arınmalıdır. Üslup yapmacıktan uzak, sade ve ağırbaşlıdır. Okurun
dikkati söyleyişteki süse değil söylenene çekilir.
Konu gerçek hayata uygun olmalıdır. Okura ya da
seyirciye inanılmayacak şey sunmaktan kaçınılır. Konuya değil konunun
ele alış biçimine değer verildiğinden aynı olay birçok kez
anlatılmıştır. Bu yönüyle Divan edebiyatına benzer.
Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Klasisizim’de tiyatroya büyük değer verilir. Özellikle trajedi ve komedi sıkı kurallarla ortaya konur.
Lirik şiir duygusal olduğundan ihmal edilmiştir.
Aşağıda yazarların kullandığı türler ve eserleri verilmiştir.
Trajedi |
® |
Corneille : Le Cid, Horace
Racine : Andromaque, İphigenie
|
Komedi |
® |
Moliere : Gülünç Kibarlar, Tartuffe Zoraki Tabip, Cimri, Kibarlık Budalası, Scapin’in Dolapları, Hastalık Hastası |
Manzum mektup ve yergi
® Bouileu
Fabl |
® |
La Fontaine : Fabller |
Felsefe |
® |
Descartes : Yöntem Üzerine Nutuk. |
|
® |
Pascal : Düşünceler |
Porte |
® |
La Bruyere : Karakterler |
Roman |
® |
Fenelon: Telemak |
|
® |
Mme de la Fayette : Prenses de Clives |
ROMANTİZM
XVIII. yüzyıl, sonlarına doğru ortaya çıkmış XIX.
yüzyıl başlarında bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Klasik sanatın sıkı
kurallarına bir tepki olarak doğmuştur.
Akımın Oluştuğu Ortam
18. yüzyıl, aydınlanma çağı olarak görülür.
Klasisizmin ortaya koyduğu akıl ve sağduyu, bilimin gelişmesini
hızlandırmış, toplum yapısı, gelenekler, siyaset yeniden bilimsel
açıdan ele alınmıştır.
Bunun sonucu olarak Jean Jacques Rousseau,
Montesquieu, Diderot gibi felsefeciler, ilerlemeye engel oluşturan tüm
önyargı ve zorbalığa karşı düşünce yoluyla çetin bir savaş açmış,
dinsel hoşgörü, toplumsal ve siyasal eşitlik, birey haklarına ve
düşünce özgürlüğüne saygı gibi konuları halka yaymaya çalışmışlardır.
Bu fikirler halk tarafından benimsenmiş ve sonuçta
Fransız İhtilali patlak vermiş, monarşi yıkılmış, soylulara karşı
burjuva sınıfı oluşmuştur. İşte Romantizm, böyle bir ortamda doğmuştur.
Akımın Felsefesi
Romantizmin ana felsefesi Klasisizme karşı
olmaktır. Onun sanatçıyı sıkan bütün prensiplerine savaş açan
Romantikler önce, onun akla ve sağduyuya verdiği önemi reddedip duygu
ve hayale değer verdiler. “Deha akıldadır.” diyen Klasiklere, “Deha
yürektedir.” karşılığını verdiler. Sınırsız bir hayal gücüne kavuşan
sanatçı kendini daha özgür, daha yaratıcı gördü. Bu duyguyla oluşan
sanat eserinde de alabildiğine serbestlik hakim oldu.
Akımın Konusu
Klasik akımı benimseyen sanatçıların eski Yunan ve
Latin edebiyatlarına değer vermesine karşılık, Romantikler onları
çağdışı bulmuş, sanatçılar kendi tarihlerini ve günlük yaşantılarını ön
plana çıkarmışlardır. Klasisizm’de ihmal edilen Hristiyanlık, tekrar,
mucizeleriyle ele alınmıştır.
Ulusallık, yerli renk, aranan bir nitelik haline gelmiş, evrensellik ikinci plana itilmiştir.
Romantizm’de görülen insan tipi, Klasisizm’deki gibi soyut değildir. Aksine çevresiyle, fiziğiyle belli biridir.
Ancak kişiler tek yönlüdür. Yani ya hep iyi ya hep
kötüdür. Eser sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Bu
yönüyle insan yine tam olarak ele alınmamıştır diyebiliriz. Eserlerde
her tür kişiye rastlanır. Sıradan insanlar, soylular tıpkı hayattaki
gibi iç içedir.
Akımın Dili ve Üslubu
Romantik yazar, Klasik yazarın tersine, kendini
gizlemeyip, olaylar ve durumlar karşısında kendi duygu ve düşüncelerini
anlatır. Romantiklere göre “İnsan başkasına yükleyerek, ancak kendi
kalbini tasvir eder; deha anılardan oluşur.” Elbette böyle düşünen
sanatçı, işe kendini anlatarak başlar.
Eserlerde kullanılan dil, duygu ve hayallerin
coşkunluğu ölçüsünde dağınık ve başıboştur. Sözcük seçimine pek önem
vermemişlerdir. Temelde halkın kullandığı dil esas alınmıştır.
Süse ve sanata değer verdiklerinden, benzetmeler,
mecazlar eserde büyük yer tutar. Özellikle doğa manzaralarının
betimlenmesine büyük değer verilir.
Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Romantikler, Klasiklerin değer verdiği tiyatroyu
ihmal etmişler, özellikle trajedi ve komediyi kuralcılığından dolayı
bir kenara itip sanatçıyı serbest bırakan dramı tercih etmişlerdir.
Şiirde özellikle lirik şiir büyük rağbet görmüştür. Roman ise en önemli edebi türlerden olmuştur.
Temsilcilerini ve eserlerini şu şekilde gösterebiliriz.
Montesquie: Felsefe Kitabı : Kanunların Ruhu
Jean Jacques Rousseau : Felsefe Kitabı: Toplum Sözleşmesi,
Özeleştiri kitabı : İtiraflar
Lamartine : Şiir kitapları: Bir Meleğin Düşmesi, Şairane Düşünceler
Romanları: Graziella, Raphael
Victor Hugo: Şiir kitapları: Akşam Şarkıları, Işıklar ve Gölgeler, Sonbahar Yaprakları
Romanları : Sefiller, Notre- Dame’ın Kamburu
Dramları : Hernani, Kral Eğleniyor, Ruy Blas
Voltaire : Şiirde Henriade adlı destanı ünlüdür.
Romanları: Candide, Zadig
Romantizm aslında önce Almanya’da başlamış,
İngiltere’de rağbet görmüş, ama Fransa’da kuralları belirlenip oradan
tüm Avrupa’ya yayılmıştır.
Almanya’daki Temsilcileri
Goethe : Şiir kitapları : Divan
Dramları : Faust, Egmont
Romanları: Genç Werther’in Istırapları
Schiller : Dramları : Haydutlar, Wilhelm Tell
İngiltere’deki temsilcileri
Bu ülkede Romantizmi “Gölcüler” adı verilen grup
başlatmıştır. Bunların en ünlüleri “Sheakespeare”, Coleridge ve
Wordsworth’tır.
Diğer romantik sanatçılar ise şunlardır.
Lord Byron : Şiir Kitabı: Childe Harold’un Gezisi
Dramları: Kaabil, Sardanapal
Puşkin : Şiir kitapları : Kafkas Esir, Çingeneler
Romanları: Yüzbaşının Kızı
REALİZM
XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve
Romantizm’e tepki olarak doğan edebiyat akımıdır. Realizm roman ve
hikayede etkili olmuştur.
Akımın Oluştuğu Ortam
19. yüzyılda deneysel bilimler son derece
gelişmişti. İnsanın hayatını değiştiren birçok teknolojik yenilik
ortaya çıkmış, bilim kendini ispatlamıştı. Auguste Comte’un ortaya
attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne
inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuştur. Bunun bilim
sahasında geçerliliği ispatlanmış ve sosyal bilimlerde de geçerli
olacağı savunulmuştur. İşte Pozitivizm’in edebiyata uygulanması
Realizm’i doğurmuştur.
Akımın Felsefesi
Realizm Pozitivizm’in bir koşulu olarak gözleme
büyük değer vermiştir. İnsanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş,
görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.
“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde gezdirilen aynadır.” görüşüyle gerçeğe verilen değer anlatılır.
“Tarih, yazılı belgelerle meydana getirildiği
gibi, bugünkü roman da, romancının kendisinin dinlediği ya da doğrudan
derlediği belgelerle meydana getirilir; tarihçiler geçmiş zamanın ,
romancılar ise şimdiki zamanın hikayecisidir.” sözleri Realistlerin tüm
felsefesini ortaya koyar.
Akımın Konusu
Realizm’de konu gerçek hayattır. Olağanüstü
görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da
yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.
Realizm’de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır.
Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar
tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir
ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.
Akımın Dili ve Üslubu
Realizm’de, sanatçı eserle okuru başbaşa bırakmak
için kendini gizler. Bu yönüyle Klasisizm’e benzer. Olayları yan
tutmayan, nesnel bir bakışla inceler sanatçı.
Eserde biçim kusursuzluğu çok önemlidir. Kılı kırk
yararcasına yapılan gözlemin aynı titizlikle anlatılmasına, üslubun
açık, sağlam, yapmacıksız, söz oyunlarından uzak olmasına önem verilir.
“Söylenmek istenen şey ne olursa olsun, elbette
onu anlatacak tek bir sözcük, canlandıracak tek bir fiil,
nitelendirecek tek bir sıfat vardır. İşte yazar bunu buluncaya kadar
uğraşacak, yaklaşık olanla yetinmeyecektir.” sözleri Realistlerin
anlayışını ortaya koyar.
Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Realizm, bir roman ve hikaye akımıdır. Tiyatro,
Romantizm’den sonra artık pek görülmez. Şiir ise Realist anlayışla
yazılır; ancak adına “Parnas” denir.
Realizm birçok ülkede yaygın bir kullanım
bulmuştur. İlk ürünlerini Romantiklerle çağdaş olan Stendhal, Balzac,
Merime vermiştir.
Stendhal : Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı
Balzac : Vadideki Zambak, Eugenie Grandet, Goriot Baba
Gustave Flaubert : Madam Bovary, Salambo, Duygusal Eğitim
Charles Dickens : Oliver Twist, David Copperfield,
Gogol : Ölü Canlar
Turgenyev : Rudin, Babalar ve Oğullar, Taşralı Kadın.
Dostoyevski : Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, Budala
Tolstoy : Savaş ve Barış, Anna Karanina, İvan İlyiç’in Ölümü
Gorki : Ana, Üç Kişi
Mark Twain : Tom Sawyer’in Maceraları
NATURALİZM
Realizmi yeterince gerçekçi bulmayan bu akım Realizmle aynı dönemde gelişmiştir.
Akımın Felsefesi
Akım Taine’in Determinizm görüşünü edebiyata
uygulamak istemiş, edebiyatın da deneysel bilimlerde olduğu gibi bir
deneme sahası olabileceğine inanmıştır. Bunlara göre gözlem bir eser
için yeterli bir yol değildir.
Akımın kurucusu Zola Realistlerle aralarındaki
farkları şöyle açıklar: “Gözlemci demek, doğadaki olayları hiçbir
değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi inceleyen kişi demektir. Deneyci
ise olayları doğanın ortaya çıkardığı bi
çimlere göre değil de herhangi bir amaçla
kendisinin onlara şu ya da bu koşullar altında verdiği biçimlere göre
inceleyen kişidir.”
Bu sözlerden anlaşılacağı gibi gözlemci sadece gözler, deneyci ise olaylara müdahale ederek onları değiştirir.
Akımın Konusu
Naturalizm’de gerçeğin daha çok çirkin yönü ele
alınır. Realistler gerçekler arasında seçme yaptığı halde bunlar
yapmaz. Bu yönlerinin eleştirilmesine Zola şöyle cevap verir.
Bizler toplumsal yaraların sabeplerini
araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak,
insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar
inmek zorundayız.” Bu akımda insanın duyguları, tutkuları, düşünceleri,
eylemleri, soyunun ve içinde yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin
etkisiyle oluşur.
Yani insan davranışlarının temelinde soya çekim
vardır. Kalıtsal özellikler çevre koşullarıyla birleşip kişinin
karakterini oluşturur. Elbette böyle bir insanın davranışlarını
içgüdüleri yönlendirir.
Akımın Dili ve Üslubu
Naturalizm’de yazar, kendi kişiliğini gizler,
sadece olanları yazar; bir tutanak yazmanı gibi davranır. Zola’nın
deyimiyle “Nasıl ki kimya bilgini kendi hazırladığı koşullar altında
oluşan doğal olayları gözleyip saptamakla yetinir, azota kızmadığı
gibi, oksijene de aşırı sevgi göstermezse sanatçı da suç karşısında
yargıç kesilmez, erdem karşısında ise alkış tutmaz.”
Dilde pek seçici değildir. Kahramanları hangi çevreden seçerse o çevrenin diliyle konuşturur. Bu nedenle argolar,
küfürler eserde değiştirilmeden verilir.
Temsilcileri
Naturalizm de bir roman ve hikaye akımıdır.
Kurucusu Emile Zola’dır. Zola, ileri sürdüğü görüşleri ispatlamak için
20 cilt tutarındaki “Deneysel Roman”ını yazmıştır. Bu cilt içindeki
önemli romanlar Germinal ve Meyhane’dir.
Diğer Naturalist sanatçılar şunlardır:
Alphonse Daudet: Hikayeleri: Değirmenimden Mektuplar, Pazartesi Hikayeleri
Romanları: Trasconlu Tartarin, Jack
Guy de Maupassant : Hikayeleri: Tombalak, Ay Işığı,
Romanları: Bir Hayat, Güzel Dost, Kalbimiz
Hauptmant: Tiyatroları: Güneş Doğarken, Dokumacılar, Güneş Batarken
PARNASİZM
Realist görüşleri benimseyen şiir akımıdır.
Romantizm’e tepki olarak doğmuştur. Romantizm’in aşırı duygusallığına,
öznelliğine, abartılı söyleyişlerine karşı çıkan şairler, içe dönük
şiir yerine dışa dönük, dış dünyayı nesnel biçimde gözleyip anlatan
şiiri tercih etmişlerdi.
Akımın Felsefesi
“Sanat, sanat içindir.” ilkesini benimseyen
Parnasyen (Parnasizmi benimseyen) şairler, şiirde güzelliğin peşine
düştüler. Bunlara göre güzellik ancak güzel biçimlerle elde edilebilir.
O bakımdan biçim olgunluğuna her şeyin üstünde önem verilmesi, şiirin
ahlaksal, siyasal ve toplumsal sorunları anlatan bir araç olmaktan
çıkarılıp bir amaç haline getirilmesi sanatın ilk şartıdır. Şiirin
güzelliği yararlılığa tercih edilmelidir. Şiirin güzel olması, şiir
olmak için yeterlidir.
Akımın Konusu
Şair şiirde kişisel duygularının ve tutkularının
yerine, dış dünyadaki gözlemlerini anlatmalıdır. Bu da doğanın nesnel
bir tutumla betimlenmesi demektir. Bunun dışında felsefi düşünceler,
hatta bilim ve fenle ilgili görüşler de şiire alınmıştır. Bazen ise
geçmiş zaman kişileri, olayları özellikle bilinmeyen egzotik alemler,
Çin, Hint, Mısır gibi uzak ülkeler ve onların kültürleri şiire
girmiştir. Romantizm’de bir yana bırakılan Yunan ve Latin mitolojisine
yeniden dönülmüş, o kültürlerin yok olması karşısındaki üzüntüler
anlatılmıştır.
Akımın Dil ve Üslubu
Sanat sanat içindir, görüşüne uygun olarak, Parnasyen şairler şiirin şekli üzerinde çok durmuşlardır.
Nazım şekli, kafiye, ölçü vazgeçilmez öğeler
olarak görülmüştür. Sözcük seçimine büyük önem verilmiş, gereksiz
sözcük kullanmaktan, hatta verilmek istenen anlamı tam olarak
karşılayamayan bir sözcüğün bulunmasından kaçınmışlardır.
Betimlemelerde, sözcüklerin betimlenen manzaraya uygun olması, onu
çağrıştırması şiir için son derece gerekli görülmüştür.
Akımın Temsilcileri
Sadece şiirde geçerli olan bu akımı, Teophile
Gautier, Theodor de Banville, Leconte de Lisle benimsemiş ve ilk
ürünlerini vermişlerdir.
SEMBOLİZM
Parnasizm’e tepki olarak doğan şiir akımıdır. Önce Fransa’da başlamış, oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır.
Akımın Oluştuğu Ortam
Gözlem ve deney metotlarını benimseyen Realist ve
Naturalist edebiyatın egemen olduğu dönemde, Fransa’da bir yandan da
idealist felsefe yayılmaya başlamıştı. Zaten aşırı gerçekçi bir
yaklaşım, insanlara aradığı mutluluğu verememişti. Üstelik Fransa’da
1870 askeri bozgunundan sonra, halkta karamsarlık, bezginlik, siyasal
ve toplumsal alanda bazı değişiklikler yapılmasını gerekli kılıyordu.
Ruhsal bunalım içindeki genç kuşak, eskiyi yıkmak, geleneğin dışında
bir yol tutmak eğiliminde idi. Bu sırada Alman filozof Schopenhauer’in
ileriye sürdüğü “Dünya bir tasavvurdan ibarettir.” görüşü gençler
tarafından benimseniyordu. Artık görünene değil, bilinç altına,
öznelliğe yönelindi. Böylece Sembolizm oluşmaya başladı.
Akımın Felsefesi
Dünyayı bir tasavvurdan ibaret gören, gerçeğe sırt
çeviren Sembolist şair imgesel bir dünyada yaşar. Onlara göre gerçeği
olduğu gibi anlatmanın imkanı yoktur. Duyularımız, dış dünyayı olduğu
gibi değil, onun asıl halini değiştirerek bize ulaştırır. Nasıl düz bir
çubuk, suda kırık görünürse, dış dünyadaki maddeler de gerçek
durumlarıyla görünmezler. Öyleyse biz dış dünyayı hiçbir zaman gerçek
halleriyle anlatamayız. Ancak ondan aldığımız izlenimleri anlatmış
oluruz. Bu da kişiden kişiye değişir.
Akımın Konusu
Sembolizm’de şair sadece kendinden, kendi duygu ve izlenimlerinden söz eder. Anlamda kapalılık esastır.
Bu nedenle Sembolist şair aydınlıktan kaçar. Güneş
batmaları, kısık lambalar, perdelere vuran gölgeler, ay ışığı, durgun
sular, sararmış yapraklar, sessizlik, bilinmedik uzak ülkeler özlemi
konularında şiir yazmıştır. Toplumsallıktan kaçmak, insanlardan uzak
yaşamak, bu şairlerin tercihidir.
Akımın Dil ve Üslubu
Sembolist şair bir anlamı açıklamak için değil,
bir duyumu sezdirmek için şiir yazar. Bu nedenle şiirde telkin yolunu
kullanır. Ona göre nesneler birer semboldür. Verilmek istenen anlam
mutlaka bir sembolün arkasında gizlidir. Bazen kelimeler imgeleri
karşılayamayabilir. Bu durumda şair, sözcüklere yeni anlamlar yükler,
alışılmamış eski sözcükleri yeniden kullanır ya da birtakım yeni
sözcükler uydurup, dilin geleneksel söz dizimini bozar.
Şiirde kullanılan sözcüklerin ses özelliği çok
önemlidir. Çünkü Sembolizm’de “şiirin sözden ziyade musikiye yakın”
olması aranır. Sembolist şair Verlaine “Musiki, her şeyden önce musiki”
derken şiirde neyin önemli olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle şair,
sesleri ahenkli olduktan sonra her sözcüğü kullanabilir.
Sembolizm’de evren bir bütün olarak görülmüş ve bu
nedenle duyular arasında fark görülmemiştir. Sonuçta bir duyuyla ilgili
olan sözcük, diğer duyular için de kullanılabilir. Sembolist şiirlerde
acı yeşil, siyah korku, beyaz titreyiş ifadeleri böyle bir anlam
ilgisini karşılar.
Dildeki bu özellikler, sembolist şiiri zor
anlaşılan, hatta anlaşılmayan bir şiir haline getirmiş, bu, onun okur
sayısını son derece azaltmış, bir salon edebiyatı haline gelmesine
neden olmuştur.
Biçim olarak klasik nazım biçimleri yerine, şairin
isteğine göre bir biçimi benimsemesi uygun görülmüştür. Çoğu şiirde
biçim serbestliği vardır. Elbette bir musiki oluşturmak isteyen şair
ölçü, kafiye gibi ahenk oluşturan unsurları da ihmal etmemiştir.
Akımın Temsilcileri
Bir şiir akımı olan Sembolizm’in ilk örneklerini
Baudlaire vermiştir. Bundan başka, Rimbaud, Verlaine, Paul Valery,
Mallerme, Regnier diğer ünlü Sembolistlerdir.
FÜTÜRİZM
İtalya’da başlayıp oradan Avrupa’ya yayılan
edebiyat akımıdır. Kurucusu Marinetti’dir. Hayatta her şeyin sürekli
değiştiğini, sanatın da buna uyum sağlaması gerektiğini savunur.
Geçmişe ait ne varsa hepsinin unutulması, yok edilmesi gerektiğine
inanır.
Her şiirde hızın güzelliği vurgulanmış, uçaklara,
trenlere övgüler düzülmüştür. Şiirde geleneğe bağlı bütün kurallar
yıkılmış, ölçü, uyak, nazım biçimi terk edilmiş özgür nazım tercih
edilmiştir. Geleneksel dilbilgisi kuralları, sözdizimi kuralları
kırılmış, hıza ve hareketlere uygun olan mastar halindeki fiillere,
isimlere önem verilmiştir.
Avrupa’ya dağılırken, özellikle Rus edebiyatında
birçok değişikliğe uğramış, savaş tutkusu barışa, milliyetçilik,
evrenselliğe dönüşmüştür. Rus şair Mayakovsky en önemli temsilcisidir.
DADAİZM
Kişiyi aklın tutsaklığından kurtarmayı amaçlayan
ancak pek taraftar bulmayan edebiyat akımıdır. Bunlara göre geçmişin
bir değeri yoktur. Daha doğrusu hiçbir şeyin anlamı yoktur. İsmini bile
bir sözlükten rastgele seçtikleri “dada” sözü ifade eder.
Sanatı dil, ölçü, uyak, biçim, anlam kaygılarından
kurtarmak, bilinen anlamlar ve alışılmış kurallar dışında bir düzen
oluşturmak gerektiğini savunan Tristan Tzara tarafından kurulmuştur.
SÜRREALİZM
İnsanın bilinçaltını açıklamaya çalışan edebiyat
akımıdır. İnsanların gerçek eğilimleri, istekleri, toplum yasalarının,
geleneğin, ahlakın, dinin baskıları yüzünden, bilançaltında kapalı
durmaktadır. Rüyalar, sayıklamalar, sarhoşluk halleri, delilikler,
aklın denetimi dışındaki hareketler olduğundan insanın gerçek
kişiliğini açıklar. Öyleyse gerçek insanı anlatmak durumunda olan
sanat, insanın bu halleri üzerinde durmalıdır. İnsan bir aysberg
gibidir. Bilinmeyen yönü, bilinenden daha fazladır.
Sürrealizm Freud’un psikanaliz verilerinden
oldukça yararlanmıştır. Onun elde ettiği sonuçları bilimsel gerçek gibi
kabul etmişlerdir.
Sürrealizm’de otomatik yazı denen bir sistem
uygulanır. Bu yazı, önceden hiçbir konu düşünmeden, kalemin ucuna
gelenleri hiç ara vermeden hızlı hızlı yazarak elde edilir. Ya da bir
kişi hipnoz edilir. Ona değişik sorular sorulur ve cevaplar hiçbir
değiştirme yapmadan yazıya geçirilir.
Elbette böyle bir yöntemle elde edilen yazıda
anlamsız sözler, birbiriyle ilgisiz saçma ifadeler olabilir.
Sürrealizm’e göre bu, gerçek bir sanat eseridir.
Akımın akıl dışılığa verdiği bu değer zamanla
azalmış, akla seslenen ancak bilinçaltını ihmal etmeyen bir anlayışa
dönüşmüştür.
Sürrealizm’i; Dadaizm’den ayrılan Breton, Aragon, Eluard kurmuştur. Edebiyatımızda özellikle Garipçiler bu akımdan etkilenmiştir.
EGZİSTANSİYALİZM
Aslında bir felsefe akımıdır. Sartre’ın onu edebiyata uygulamasıyla edebiyat akımı haline gelmiştir.
Bu akıma göre insan var olmadan önce hiçbir
özelliği olmaz. Yani bir bebek, beyaz bir kağıt gibi doğar. Olaylar
karşısında gösterdiği tepkiler onun kişiliğini oluşturur. Bu nedenle
Egzistansiyalist eserlerde karakter yok, durumlarla karşı karşıya
kalmış insanlar vardır. Bu insanlar karşılaştıkları durumlarda
yaptıkları davranışlarla karakterini oluşturur.
Bu akımın çıkış yeri Descartes’in “Düşünüyorum
öyleyse varım.” düşüncesidir. Davranışlarını kendisi seçmek zorunda
olan insan en doğruyu, en iyiyi seçmek zorunda olduğunun bilinciyle
büyük bir bunaltı, iç sıkıntısı çeker. Ancak bu bunalma onun
hareketlerine engel olmaz, tersine onların sorumluluk bilincini
geliştirir.
Bu özellikleri taşıyan kahramanların bulunduğu
Egzistansiyalist romanda, kahramanların ne zaman ne yapacağı belli
olmaz. Biz onu ancak eser sonunda tam olarak kavrayabiliriz. Böylece
eser sürükleyiciliğini hiç kaybetmez ve okurun ilgisini canlı tutar.
Akımın kurucusu Jean Paul Sartre’dır. Diğer ünlü yazarı ise Albert Camus sayılır.