DİVAN EDEBİYATI
Arap ve Fars edebiyatlarının tesirinde gelişen bu
edebiyatın ilk ürünlerinin daha Ortaasya’da iken verildiğini (Kutadgu
Bilig, Atabet’ül Hakayık) anlatmıştık. Onun devamı olarak Türkler
Anadolu’ya göçtüklerinde, yeni yurtlarında yeni bir edebiyat
oluşturdular. Elbette bu edebiyatın temelinde İslam kültürü vardır.
Ancak tamamen dini konuları işleyen divan şiirleri, Tasavvuf Edebiyatı adı altında incelenir. Bunu Divan edebiyatından kesin hatlarla ayırmak mümkün değildir.
Şimdi Anadolu’da gelişen Divan edebiyatını yüzyıllarına göre inceleyelim.
13. Yüzyıl
Bu yüzyılda Türk edebiyatının, ünü sınırları aşan sanatçısı
Mevlana yetişmiştir. Ortaasya’da , Horasan’da doğmuş ve küçük
yaşta ailecek oradan ayrılıp Konya’ya yerleşmişlerdir. İslam ilminin
temelini babasından almıştır.
İlmini, Şems-i Tebrizi adlı hocasından aldığı
duygu ve tasavvufla birleştiren Mevlana asırlarca sürecek Mevlevi
tarikatını bu anlayışla kurdu.
Mevlana, eserlerini, o dönemin edebiyat dili
sayılan Farsça ile yazmıştır. Elbette bu, edebiyatımız açısından bir
kayıptır. En önemli eseri, Mesnevi adlı 25618 beyitlik kitabıdır. Bu, tasavvufu öğretici
bir kitaptır. Bunun dışında Divan-ı Kebir, Fîhi Mâfîh adlı eserleri de
vardır. Divanında Türkçe, Farsça karışık olarak söylenmiş beyitler de
vardır.
Mevlana, insanlara hoşgörüyle yaklaşması, tüm insanları sevmesi yönüyle evrensel bir sanatçıdır.
Bu dönemin bir diğer büyük şairi, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’dir. Hemen her sahada onun izinden gitmiştir. Farsça şiirleri de olmakla birlikte Türkçe şiirleri daha çoktur.
Bu dönemin diğer tasavvuf şairleri Ahmet Fakîh ve Yusuf ü Züleyha mesnevisinin yazarı
Şeyyad Hamza’dır.
13. Yüzyıl aynı zamanda tasavvufi olmayan Divan şiirlerinin de verilmeye başlandığı bir dönemdir. Bu türde tanınan ilk şair
Hoca Dehhani’dir.
Şiirlerini temiz bir Türkçeyle ve sanatlı bir
üslupla yazmıştır. Şiirlerinde tasavvufa hiç yer vermemiş; devrinin
sosyal hayatını, ahlak ve güzellik anlayışını aksettirmiştir.
14. Yüzyıl
Bu yüzyılda artık edebiyat dili olarak Farsçanın kabul edilmesi terk edilmiş, Türkçeye dönüş hareketi hızlanmıştır.
Türkçeyi bir sanat dili haline getirmek isteyen en önemli kişi
Gülşehri’dir. Bu şair Mantık’ut Tayr adlı tasavvufi
eserinde Türkçeye bir kuş dili inceliği, ahengi kazandıracağını
söylemektedir. Eserde kuşlar arasında geçen tasavvufi konulara yer
verilmiştir.
Devrin Türk dili için çalışan diğer şairi Aşık Paşa’dır.
Onun şöhreti şairliğinden çok şeyhliğinden gelir. O, çağdaşı Gülşehri
gibi sadece Türkçeyi kullanmakla kalmamış, onu geliştirmek şuurunu da
taşımıştır.
Onun en tanınmış eseri Garipname adlı,
tasavvufi didaktik mesnevisidir. Mevlana’nın Mesnevi’sinden esinlenmiş
görünen şair, ayrıca Yunus tarzı şiirler de söylemiştir.
Devrin diğer ünlü sanatçısı Kadı Burhaneddin’dir.
Doğu Anadolu’da hükümdar olmaya çalışan ihtiraslı bir devlet ve siyaset
adamıdır. Ayrıca derin fıkıh bilgisi de vardır. Bir Divan’ı vardır, bu
eserde özellikle tuyug nazım şekliyle yazılan şiirler önemlidir. Çünkü
edebiyatımızda bunu en çok kullanan şair odur.
Bu asrın edebi sahada en ünlü siması Ahmedi’dir.
İslami ilimlerin yanında tıp, astronomi ve geometri alanlarında bilgi
sahibidir. Sanat açısından en kıymetli eseri Divan’ıdır. Söz
sanatlarını çok ince bir zevkle işlediği şiirlerinde halk diline geniş
yer vermiştir.
Diğer önemli eseri İskendername adlı 8200
beyitlik mesnevisidir. Bu eserde Büyük İskender’in hayatına, idealine,
fetihlerine dair rivayetler anlatılır. Eser, konusunu İran
edebiyatından almış ancak söyleyişiyle yeni bir eser ortaya konmuştur.
Ahmedi’nin diğer eserleri Cemşid ü Hurşit adlı aşk konulu mesnevi, Tervih’ül - Ervah adlı tıp kitabıdır.
15. Yüzyıl
Bu devir, devletin gücünün hızla arttığı, Anadolu
Türk birliğinin sağlandığı, İstanbul’un fethiyle imparatorluk haline
gelindiği bir dönemdir. Üstelik bu asırda başa geçen hükümdarların
kendilerinin de şiirle ilgilenmeleri,şiir söylemeleri sanatçıların
gelişmesini teşvik etmiştir. II. Murat’ın “Muradi” Fatih’in “Avni”, II.
Bayezid’in “Adli” mahlasıyla yazdığı Türkçe şiirler, bu hükümdarların
sanat yönlerini ortaya koymuştur.
Diğer yandan ömrünün büyük bir kısmını Avrupa
ülkelerinde sürgün hayatıyla geçiren Cem Sultan da, vatan hasretiyle
yazdığı şiirlerde güçlü bir sanatçı olduğunu göstermiştir.
Bu dönemin dikkate değer büyük şairi Şeyhi’dir.
Onun çok kuvvetli bir eğitimi vardır. İran’da çok iyi bir tıp eğitimi
görmüştür. Saraya gelişi ise Çelebi Sultan Mehmet’in hastalığını tedavi
edişiyle gerçekleşir.
Şeyhi’de tasavvufun derin izleri vardır. Ayrıca
klasik Divan kültürüne son derece vakıftır. Bu gücünü Divan’ında
göstermiştir. Ancak onun adını en çok duyuran eser Harname adlı hiciv türündeki mesnevisidir. Şeyhi bu eserde
teşhis ve intak sanatlarını kullanmıştır. Çok sade bir dille yazılan
eserde yaratılış bakımından farklı olan kişilerin birbiriyle
yarışmasının uygunsuzluğu anlatılmıştır. Şeyhi’nin diğer ünlü eseri
Hüsrev ü Şirin adlı aşk konulu mesnevisidir.
Asrın diğer önemli şahsiyeti, çağında “Şairler Sultanı” sayılan
Ahmet Paşa’dır.
Sanatçı zarif söyleyişleri olan nüktedan biridir.
İstanbul’un fethi sırasında Fatih’in yanında bulunması, onun Fatih
tarafından sevildiğini gösterir. Devrinde Birçok sanatçıya aylık
bağlanmasında etkili olmuştur.
Türkçeye son derece vakıftı. Lisanı düzgün, temiz
ve ölçülüydü. Söylediği dizeler 16. yüzyıl Divan şiirinin mükemmel
olacağını müjdeliyordu. Ahmet Paşa nazirecilik denen, beğenilen
şiirlere benzer şiir yazma sanatını son derece geliştirmiş, kendinden
sonrakilere bunu bir sanat olarak bırakmıştır. Ayrıca şiir içinde,
yaşadığı olayların tarihlerini “Ebced Hesabı” denen bir yöntemle ifade
etmesi, onun tarih düşürme işini bir sanat haline getirdiğini de
gösterir. Elimizde bulunan tek eseri Divan’ı dır.
Asrın üçüncü büyük sanatçısı Necati’dir.
Kastamonu’da nakkaşlık yapan şairin şiirleri Fatih’e kadar gelince, o,
Necati’yi saraya almış ve ona katiplik görevi vermiştir.
Halk içinde yetişen ve önemli bir medrese eğitimi
olmayan şair, şiirlerinde sade halk Türkçesini kullanmıştır. Bu yönüyle
hem Baki hem Fuzuli tarafından şiirlerine nazireler söylenmiştir.
Elimizde şaire ait sadece Divan’ı vardır.
Bu asrın, ünü çağları aşan ve eseriyle ölümsüzleşen diğer şairi
Süleyman Çelebi’dir. Peygamberimizin doğumunu anlattığı “Mevlid” adlı mesnevisi, şairinin adını unutturacak kadar halka mal olmuştur.
15. asırda, Anadolu Türk edebiyatına dahil olmayan ancak öneminden dolayı bilinmesi gereken bir sanatçı da
Ali Şir Nevai’dir.
Çok iyi bir medrese tahsili gören sanatçı, devlet
işlerinden el çektiği dönemde hükümdarların fikir danıştığı,
sanatçıların ona kasideler sunduğu, alimlerin adına kitap ithaf
ettikleri önemli bir şahsiyet olmuştur.
Ali Şir Nevai, klasik Divan şiirinin bütün
ölçülerini kullanmış ayrıca tam bir olgunluğa eriştirdiği “Tuyug” nazım
şeklini milli bir şekil olarak geliştirmiş, cinasları, redifleri bir
zevk unsuru haline getirmiştir.
Şiirde olduğu kadar, tarih, eleştiri, biyografi,
sahalarında da üstün başarı göstermiştir. Nevai’nin en önemli
özelliklerinden birisi de Türk dilini yabancı dillere karşı korumak
yolunda gösterdiği gayrettir. O tam anlamıyla şuurlu bir dilcidir. Bu
dilcilik, öztürkçecilik olmaktan çok, halk Türkçeciliği olarak
söylenebilir.
Muhakemet’ül Lugateyn adlı eserinde Türkçe
ile Farsçayı karşılaştırmış ve Türkçenin fiiller, cinaslar bakımından
Farsçadan üstün olduğunu söylemiş ve örnekleriyle bunu ispatlamıştır.
Bu eser Divan-ı Lügat’it Türk’ten sonra ikinci önemli dil kitabıdır.
Bunlar dışında onun dört Divan’ı vardır. Ayrıca beş mesneviden oluşan bir hamseyle, edebiyatımızda ilk hamseyi oluşturmuştur.
Mecalis’ün Nefais adlı şairler tezkiresi, edebiyatımızda ilk tezkire sayılır.
Dostlarıyla ilgili yazdığı hatıra yazılarıyla,
nazım şekillerini tanıttığı edebiyat bilgileri kitabıyla da birçok ilke
imza atmıştır.
16. Yüzyıl
Bu dönemde, imparatorluğun tarihi gelişimine uygun
olarak edebi sahada da en üstün seviyeye gelinmiştir. Edebiyatımızın en
güçlü şairleri bu dönemde görülür. Bunlardan biri şüphesiz Fuzuli’dir.
Fuzuli, sanatının üstünlüğü, içtenliği ve bütün
insanlığa seslenebilecek kadar engin olması dolayısıyla her dönemde
sevilmiştir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmemekle beraber kendini
her alanda yetiştirmiş olan sanatçı, şiirlerinde Azeri Türkçesini
kullanmıştır. İçinde yaşadığı romantik hal, onu ince ruhlu, ızdıraplı,
hassas biri yapmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi bildiğini bu
üç dilde Divan’lar vererek de göstermiştir.
Bir aşk şairi olan Fuzuli’nin elbette en çok
kullandığı nazım şekli de gazeldir. İlahi aşkla yoğrulmuş bu gazeller
edebiyatımızın en lirik şiirlerindendir. Bu şiirlerde şiirin bir musıki
olduğunu hissettirecek ses uyumu görülür.
Şiirlerinde halk Türkçesini kullanmıştır. Elbette
yaşadığı bölgede üç kültürün kaynaşmış olması, onun şiirinde de kendini
hissettirir. Türkçenin bir şiir dili olmasını arzulayan ve bunun için
çalışan şair, Türkçenin çok az konuşulduğu Kerbela dolaylarında en
güzel Türkçe şiirler söylemiştir.
Fuzuli’nin divanlarından başka nesirle yazdığı Hadikat’üs Süeda adlı Kerbela olayını anlatan eseri,
Şikayetname adlı devrin yöneticilerini eleştiren mektubu ünlüdür.
Ayrıca Leyla vü Mecnun adlı mesnevisi edebiyatımızın ölümsüz bir eseridir.
Bu yüzyılın Anadolu’da yetiştirdiği en önemli sanatçı ise devrin “Şairler Sultanı” sayılan
Baki’dir.
Baki, şiirinin iç ve dış ahenginde Osmanlı
saltanatının ihtişamlı sesini duyurmuştur. Osmanlı şiir dili Baki ile
zengin ve klasik bir dil haline gelmiştir. İyi bir tahsil gören Baki
nükteli, canlı ve neşeli kişiliğini şiirlerine yansıtmıştır. Çok temiz
ve ahenkli bir üslubu vardır. Şiirlerinde halk söyleyişlerine geniş yer
vermiştir. Yabancı sözcüklerin yoğun olduğu dizelerde bile Türkçenin
cümle yapısını korumuştur. Şiirde sözcük seçimine büyük değer vermiş,
oluşturduğu ses ahengiyle, kendinden sonraki şairlere örnek olmuş,
bundan sonra gelenler artık Fars şiirine değil, Baki’ye özenmişlerdir.
Şiirlerinde tasavvufa hiç yer vermemiştir. Aşk,
zevk ve şarap alemleriyle ilgili neşeli şiirler söylemiştir. Üstün şiir
yeteneğine karşın çok fazla eser bırakmayan şairin sadece Divan’ı
vardır. Özellikle gazel türünde başarılıdır. Ayrıca Divan’daki “Kanuni
Mersiyesi” önemlidir.
Dönemin diğer şairleri, gür ve pervasız söyleyişleriyle Hayali, mesnevi alanındaki üstünlüğüyle
Taşlıcalı Yahya Bey sayılabilir. Yahya Bey hamse oluşturan
önemli şairlerdendir. Hamseyi oluşturan beş mesnevi arasında bulunan
“Yusuf u Züleyha” mesnevisi, aynı adı taşıyan benzerlerinden en üstün
olanıdır.
17. Yüzyıl
Bu asır Osmanlı Devleti’nin en karışık dönemidir.
Devletin geçirdiği siyasi yıkıma rağmen sanatta gelişme devam etmiştir.
Şiirde artık İstanbul dışında da büyük şairler yetişmiştir.
Dönemin en büyük şairi hicivleriyle ünlenen Nef’i’dir.
Erzurumlu olan şairin dili, estetik olduğu kadar kırıcıdır da. Övgü ve
yergilerinde ölçü tanımayan şair, övdüğünü göklere çıkardığı kadar,
yerdiğini yerin dibine batırır.
İstanbul’a geldiğinde içine düştüğü saray
entrikaları, rüşvet, iki yüzlülük ortamında daha da sert bir mizacı
olmuş, aşırı tepkiler göstermiştir.
Şiirinde göze çarpan ilk özellik ahenktir.
Sözcüklerin musıkiliğini hayal gücünün zenginliğiyle birleştiren şair
son derece güzel şiirler söylemiştir. Gazelleri ve kasideleri oldukça
liriktir. Bunları Türkçe Divan’da toplamıştır. Ayrıca bir de
hicivlerini topladığı Siham-ı Kaza adlı kitabı vardır.
Dönemin diğer büyük sanatçısı Nabi’dir. O,
hem bir bilgin hem bir dindar hem de iyi bir şairdir. Nabi toplumcu bir
şairdir. Kötülükleri, fakirliği, mevki düşkünlüklerini eleştirir.
Sanatta güzeli aramaktan çok, doğruyu bulmak amacını güder. Şiirde
açıklığa büyük önem verir.
En önemli eseri “Hayriyye” adlı didaktik bir mesnevidir. Eserde İslami bilgilerin yanı sıra, ahlaki öğütler de vardır.
Kibirli olmamak, yalandan uzak durmak, yöneticilere fazla yaklaşmamak, devlet memurluğuna özenmemek öğütlerden birkaçıdır.
18. Yüzyıl
Osmanlı Devleti’nin artık yıkılmaya yüz tuttuğu,
siyasi açıdan zor günler geçirdiği bu asırda Divan şiiri de son parlak
şahsiyetlerini yetiştirmiştir. Bunlar Nedim ve Şeyh Galip’tir.
Nedim Lale Devri’nin zevk safa alemlerini
şiirine en güzel şekilde almıştır. Onun şiiri Divan edebiyatı
geleneğini birçok noktadan aşmıştır. Divan şiirinin idealize ettiği
güzel tipini bir kenara bırakmış, yaşayan güzellerin peşine düşmüştür.
Nedim, sanatına günlük hayatı, kendi yaşayışını ve çevresini koymuş,
halkın söyleyişini, dilini, deyimlerini sık sık kullanmıştır. Bu
yönüyle “Mahallileşme Cereyanı” denen halka inmeyi başlatmış sayılır.
Sözü kullanmada hünerli olduğunu gazelleriyle
ortaya koyan Nedim, eğlenceye düşkünlüğünü de şarkılarında
göstermiştir. Şarkı tarzı Nedim’le zirveye çıkmıştır. Kasidelerinde son
derece zengin bir hayal dünyası olduğunu göstermiştir. Müderris
olmasına rağmen dini konulardan hiç söz etmeyen şairin şiirleri
Divan’ındadır. Nedim’in mesnevisi yoktur.
Divan edebiyatının son büyük şairi Şeyh Galip’tir. Mevlevi tarikatına mensup olan şair 40 yıllık ömrüne büyük şeyler sığdırmıştır.
Şeyh Galip, Sebk-i Hindi denen gizli,
kapalı şiire yönelmiştir. Bu nedenle bazı şiirlerini anlamak zordur.
Şiirleri baştan sona mecazlar, hayallerle örülüdür. Soyutlama zevki,
renk ve hayal cümbüşü şiirleri iyice sembolik hale getirir.
Şeyh Galip’in en önemli eseri ise ona hayatını adadığı Hüsn ü Aşk mesnevisidir. Tamamen sembolik olan bu eserini yazarken, Mevlana’nın mesnevisi’nden etkilenmiştir.
• • •
Divan şiiri 19. yüzyılda birkaç şairle sürdürülmüş
olsa bile Batı edebiyatı etkisi artık onun etkisini büyük ölçüde
azaltmıştır.
DİVAN EDEBİYATINDA NESİR
Nesir (düzyazı), edebiyatımızda Batı etkisine
gelinceye kadar şiirin yanında hep gölgede kalmıştır.Verilen örnekler
de bir düşünceyi iletmekten çok sanat yapmak amacıyla ortaya
koyulmuştur.
Divan edebiyatı döneminde iki tür nesir örneği
görülür. Birincisi bazı tercüme eserlerle, halk için yazılan
kitaplarda, özellikle tarihlerde kullanılan sade nesirdir. Gerçi
mecazlı, cinaslı ve secili nesir Türk edebiyatında öteden beri görülen
ve sevilen bir nesirdi. En güzel örneklerini ise Dede Korkut
Hikayelerinde görmekteyiz. Diğeri ise özellikle Sinan Paşa’yla başlayan
süslü nesirdir.
15. yüzyılda Sinan Paşa’nın oluşturduğu nesirde İran edebiyatının etkisi görülür.
Sinan Paşa Fatih’in sadrazamlığını yapan ilim sahibi biridir. En önemli eseri
Tazarruname adlı münacat (Allah’a yakarma) eseridir. Ağır,
sanatlı bir söyleyişi vardır. Bundan daha sade ama yine secilerle yüklü
diğer eseri ise didaktik, ahlaki bir eser olan Marifname’dir. Bazı evliyaların menkıbelerini anlattığı Tezkiret’ül Evliya adlı eseri de önemlidir.
Bu asırda Sinan Paşa’nın süslü nesrine karşı sade nesirle eserler yazan diğer bir sanatçı
Mercimek Ahmet’tir. Eserlerinde konuşma diline yakın bir dil görülür. Yazarın en önemli eseri Farsça aslından çevirdiği
Kaabusname adlı didaktik bir öğüt eseridir. Eserde sosyal hayatla ilgili öğütler vardır.
Bu asırda ayrıca tarih kitapları da yazılmıştır.
Nesir alanında önemli edebi eserlerin verildiği
diğer bir dönem de 17. yüzyıldır. Bu dönemde genellikle sade nesir
kullanılmıştır. Dönemin en önemli edebi eseri ise Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eseridir. Osmanlı
Devleti’nin sınırları içinde birçok yer gezen Çelebi, gördüklerini
biraz abartılı bir üslupla yazıya geçirmiş ve 10 ciltlik bir eser
meydana getirmiştir.
Devrin diğer nesircisi Katip Çelebi’dir.
Yazar bir edebiyatçı olmaktan çok, bilim adamıdır. Tarih, coğrafya,
tıp, biyografi gibi birçok alanda eser vermiştir. Eserlerinde daha çok
Arapçayı kullanan yazarın Fezleke adlı Türkçe tarih kitabı vardır.
Divan edebiyatının son dönemi olan 18. yüzyılda
nesir alanında daha çok gezi yazıları görülür. Bunlar da özellikle
Batı’ya giden aydınların gezdikleri yerlerle ilgilidir. Bunlardan en
önemlisi 28 Çelebi Mehmet’in yazdığı Sefaretname-i Fransa adlı eseridir.
Edebiyatımızda modern anlamda nesir 19. yüzyılda Tanzimat Edebiyatı ile başlar.
Tarihi gelişimini bu şekilde gösterebileceğimiz Divan edebiyatının genel özelliklerini şöyle maddeleştirebiliriz:
-
Temelinde İslam dininin bulunduğu Türk, Arap ve İran edebiyatlarının karışımı, ortak kültürün bir ürünüdür.
-
Dil, cümle yapısı bakımından Türkçe olmasına rağmen sözcükleri bakımından Arapça, Farsça, Türkçe karışımıdır.
-
Şiirde aruz ölçüsü kullanılmıştır.
-
Nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır; ancak tuyug, şarkı ve rübailerde dörtlük kullanılır.
-
Daha çok tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.
-
Konuya
değil konunun işleniş biçimine önem verildiğinden aynı konu değişik
dönemlerde birçok şair tarafından işlenmiştir. Bu yüzden Leyla vü
Mecnun, Yusuf u Züleyha adını taşıyan birkaç eser vardır.
-
Divan
şiirinde Arap ve Fars edebiyatlarından alınan belli semboller vardır.
Mazmun adı verilen bu semboller hiç değiştirilmeden kullanılır. Gül
deyince sevgili, bülbül deyince aşığın anlaşılması gibi. Bunlar dışında
Türklerin oluşturduğu semboller de vardır.
-
Şiirde
bütün güzelliğine değil parça güzelliğine değer verilir. Hatta çoğu
şair “Mısra-i berceste” adı verilen en güzel dizeyi oluşturmaya çabalar.
-
Divan
şiirinde gerçek hayat ya da insan, olduğu gibi değil idealize edilerek
anlatılır. Şiirin anlaşılması için sözcüklerin ötesindeki anlamlara
dikkat edilmelidir.
-
Gazel, kaside, mesnevi, rübai gibi ortak nazım şekilleri kullanılır.
-
Daha çok aşk, ayrılık, hasret, ölüm, doğa sevgisi gibi kişisel konulara değer verilir.
-
Temelinde din olan Allah aşkını, Peygamber sevgisini anlatan Divan şiirleri Tasavvuf edebiyatı adıyla incelenir.
DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ
Türklerin, İslamiyetin kabulünden sonra Arap ve
Fars edebiyatlarından alarak kullanmaya başladıkları nazım
şekilleridir. Bunlara daha sonra sadece Türklerin kullandığı nazım
şekilleri de eklenmiştir.
Divan edebiyatı nazım şekilleri, dize sayılarına göre üç grupta toplanır. Bunları şema halinde gösterelim.
Şimdi bunları ayrıntılarıyla görelim.
GAZEL
Aşk, ayrılık, hasret, özlem gibi lirik konularda
yazılan şiirlerdir. Bazı dini gazellerde Allah aşkı, peygamber sevgisi
de işlenebilir. Türk edebiyatına İran edebiyatından girmiştir.
Gazel 5 - 15 beyit arasında yazılabilir. Gazelin ilk beyitine
matla denir. Bu beyitte dizeler kendi arasında kafiyelidir.
Bundan sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest, ikinci dizeleri matla
(ilk) beyitiyle kafiyelidir. Yani aa, ba, ca ...
Gazelin son beyitine makta denir. Gazelde şairin mahlası genellikle son beyitte bulunur. Bazen son beyitten bir önceki beyitte de geçebilir.
Genellikle gazelin beyitleri arasında anlam bütünlüğü bulunmaz. Ancak bazı gazeller bir konu bütünlüğü içinde yazılır. Bunlara
yek-ahenk gazel denir. Eğer şair anlam bütünlüğünün yanında bir de aynı güçte beyitler yazabilmişse bunlara da
yek - avaz gazel denir.
Kimi zaman ise gazeli oluşturan beyitlerin dize ortalarında iç kafiye oluşturulduğu görülür. Bunlara
musammat gazel denir.
Gazeller aruzun her kalıbıyla yazılabilir. Bu sahada Fuzuli, Baki, Nedim, Ahmet Paşa başarılı eserler vermişlerdir.
KASİDE
Genellikle din ve devlet büyüklerini övmek için
söylenen şiirlerdir. Ancak başka konularda yazılan kasideler de vardır.
Kafiye dizilişi yönünden gazelle aynıdır. Yani aa, ba, ca...
Kaside en az 20 en fazla 99 beyit olur. Kasidenin ilk beyitine matla son beyitine makta denir. Şairin mahlasının geçtiği beyite
taç beyit, kasidenin en güzel beyitine beytül kasid denir.
Kaside belli bölümler halinde yazılır. Bunları altı grupta toplayabiliriz.
1. bölüm, nesib ya da teşbib bölümüdür. Bu bölümde bahar mevsimi, kış manzaraları betimlenir ya da bayram günleri anlatılır.
Bunlardan başka köşklerin, kervansarayların, camilerin betimlendiği nesib bölümleri de görülür.
2. bölüm, girizgah bölümüdür. Nesib
bölümünden asıl konuya geçiş ifade eden bir veya birkaç beyittir.
Girizgah bölümü gelişigüzel söylenmez. Nükteli, ince sözlerle konuya
geçilir.
3. bölüm, medhiye bölümüdür. Bu bölümde asıl anlatılmak, övülmek istenen kişi için ne denecekse açıklanır. Bu, kasidenin asıl bölümüdür.
4. bölüm, fahriye bölümüdür. Bu bölümde
şair kendinin yeteneğini, anlatımını göklere çıkarır. Çoğu zaman
kendini diğer şairlerle karşılaştırır ve üstünlüğünü ortaya koyar.
5. bölüm tegazzül bölümüdür. Bu bölümde kasideyle aynı ölçüde ve uyakta gazel yazılır. Şair uygun bir sözle gazel söyleyeceğini ifade eder.
6. bölüm dua bölümüdür. Kasidenin son
bölümüdür. Bu bölümde şair övdüğü kişinin başarılarının devamlı olması,
ömrünün uzun olması için dualar eder, iyi dileklerde bulunur.Kasideler
konularına göre de değişik adlar alır.
Tevhid : Allah’ın birliğini anlatan kasidelerdir.
Münacaat : Allah’a yalvarmak, dua etmek amacıyla yazılan kasidelerdir.
Naat : Peygamberimizi övmek için yazılan kasidelerdir.
Medhiye : Devrin ileri gelenlerini övmek için yazılan kasidelerdir.
Hicviye : Devrin yöneticilerini eleştirmek için yazılan kasidelerdir.
– Mersiye – Cülûsiyye
MESNEVİ
Edebiyata İranlıların kazandırdığı bir nazım
şeklidir. Mesnevilerde her beyit kendi arasında kafiyelidir: aa, bb,
cc... Bu nedenle en uzun şiirler mesnevi türüyle yazılmıştır.
Mesnevilerde konu birliği vardır. Olay kaynaklı
eserler yani Leyla vü Mecnun, Hüsn ü Aşk gibi hikayeler mesnevi ile
yazılmıştır. Firdevsi’nin 60.000 beyit tutarındaki Şehname adlı destanı
da mesnevi türündedir.
Bir şair beş mesnevisini bir araya getirerek hamse oluşturur. Hamse sahibi olmak şair için bir övünç kaynağıdır.
Mesneviler ayrı bir kitap halinde yayınlanır, şairin diğer şiirleri ise Divan’da toplanır.
Edebiyatımızda Ali Şir Nevai, Şeyhi, Fuzulî, Nabî,
Şeyh Galip mesnevileriyle tanınır. Baki, Nef’i, Nedim gibi şairler ise
mesneviyi hiç kullanmamışlardır.
KIT’A
Genellikle iki beyit olarak yazılan bazen daha
fazla olabilen gazele benzer nazım şeklidir. Gazelin matla beyiti
kıt’ada bulunmaz. Yani beyitler xa, xa ... olarak kafiyelenir.
Kıt’ada şairin mahlası çoğu zaman yoktur. Daha çok
felsefi ve toplumsal düşünceler anlatılır. Beyitler arasında anlam
bağlantısı görülür.
MÜSTEZAT
Bir uzun bir kısa dizelerden oluşan nazım
şeklidir. Kısa dizeler kaldırıldığında ortaya gazel çıkar. Kısa
dizelere “ziyade” denir. Müstezat, aruzun tek kalıbıyla yazılır.
Ziyadeler de bu kalıba uyar.
RÜBAİ
Tek dörtlükten oluşan nazım şeklidir. Kendine özgü
ayrı bir ölçüsü vardır. aaxa şeklinde kafiyelenir. Çoğu zaman şair
dünya görüşünü, felsefesini, tasavvufi düşüncesini rübaiyle ortaya
koyar.
TUYUG
Divan edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir türdür. Şekil olarak rübaiye benzer. Tek dörtlüktür, aaxa kafiye düzeni vardır.
Halk edebiyatındaki mani ve İran edebiyatındaki
rübainin etkisiyle oluşmuş denebilir. Aruzun sadece fâilâtün fâilâtün
fâilün kalıbıyla yazılır. Ayrıca 11'li hece ölçüsüne de çoğu zaman
uyduğundan şairlerimizce hoş bulunmuş olabilir. Rübaiden sadece ölçüsü
yönüyle ayrılır. Bazı tuyuglarda dört dize de kafiyeli olabilir.
MURABBA
Dörder dizelik bölümlerle kurulan nazım biçimidir.
En az üç, en fazla 7 dörtlük olur. Kafiye örgüsü aaaa, bbba, ccca
şeklindedir. Bazen dörtlüklerin son dizeleri nakarat şeklinde olabilir.
Konu olarak gazele benzer.
ŞARKI
Türklerin Divan edebiyatına kazandırdığı bir nazım
şeklidir. Bestelenmek amacıyla yazılır. Bu nedenle musikiye yatkındır.
Kafiye örgüsü murabbaya benzerse de ilk dörtlüğün aaab şeklinde olduğu
şarkılar da vardır.
Edebiyatımızda şarkı denince akla Nedim gelir.
Gayet sade bir dille yazdığı şarkılar kendinden sonrakilere örnek
olmuştur. Özellikle Yahya Kemal, Nedim tipi şarkılar yazmıştır. Bu
şarkılarda nakarat kullanılmıştır.
MUHAMMES
Beş dizelik bölümler halinde söylenen nazım
şeklidir. Bir muhammesin ilk beşliğindeki son dizenin, aynı beşlikteki
diğer dört dize ile kafiyeli olması şart değildir. Beşlik sayısı bir
kayda bağlı değildir.
MÜSEDDES
Altı dizelik bölümler halinde oluşturulan nazım
şeklidir. Müseddeslerde, her bölümün yalnız son dizesi değil, sondan
iki dizesi birden, ilk bölümün son iki dizesine uygun söylenir, ya da
bu iki dize her bölüm sonunda tekrarlanır.
TAŞTİR
Bir beyitin birinci ve ikinci dizeleri arasına iki
veya daha fazla yeni dize ilave edilerek oluşturulan nazım şeklidir.
Yeni eklenen dizelerin kafiyesi beyitin kafiyesiyle aynı olmalıdır.
TERKİB-İ BEND
10 ila 20 dizelik bentlerden oluşan nazım
şeklidir. Bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir. Bentleri oluşturan
dizeler genelde gazeldeki gibi kafiyelenir. Bendin son beyitine vasıta
beyti denir. Bu beyit her bendin sonunda değişir ve mutlaka bentten
ayrı olarak kendi arasında kafiyelenir.
Terkib-i bendin uyak düzeni aaxaxaxaxabb şeklindedir. Bentler beyitlere ayrılarak sıralanır.
Bu nazım şeklinde talihten, hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılır.
Edebiyatımızda Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa bu nazım şeklindeki şiirleriyle tanınır.
TERCİ-İ BEND
Biçim ve uyak yönünden terkib-i bende benzer. Ancak her bendin sonundaki vasıta beyitleri aynıdır yani nakarat şeklindedir.
• • •
Divan edebiyatı, önceden de söylediğimiz gibi 19.
yüzyılın başlarında artık yavaş yavaş yerini Batı’dan gelen yeni
edebiyata bırakmaya başlamıştı. Hem çok güçlü Divan şairlerinin
bulunmaması, hem de tekrar ede ede kalıplaşan bir söyleyişin artık
bıkkınlık vermesi yeni edebiyatın yerleşmesini hızlandırmıştır.
Elbette bu, aniden olmamış, şekil ve dil olarak 20. yüzyılın başına kadar etkisini sürdürmüştür.